Cumhuriyet’in İlanı


"Tanzimat’tan Cumhuriyet’e 12 Önemli Olay" Yazı serimizin son bölümünde; Cumhuriyet’in ilanını bir “olay” olarak tartışmaktan çok, bu yazı serisinde işlediğimiz temaların bir “sonu” olarak değerlendirmeye çalışacağız. Bu yazıda; I. Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’in ilanına giden süreç gibi konulara yoğunlaşmadan yazı serimizdeki diğer olayların bizi bu noktaya nasıl getirdiğini tartışacağız.

 

Bunun için tarihyazımında çok önemli olan iki kavramdan yola çıkmamız gerekiyor: “devamlılık” ve “kırılma noktası”.

 

Tarihte yaşanan farklı olayların birbirleriyle ilişkilerini değerlendirmek için kullanılan bu kavramlar, çoğu zaman birbirleriyle zıt anlamlı olarak görülür. Devamlılık; bir olayın kendisinden önceki olaylarla, kendisinden önceki süreçle önemli bağlantıları olduğunu, bunların bir “devamı” olduğunu ifade eder. Kırılma noktası ise bu olayla birlikte daha önce yaşanan bir “dönemin” sona erdiğini ve yeni bir dönemin başladığını gösterir.

 

Cumhuriyet’in ilanı şu ana kadar incelediğimiz süreçle, yani Osmanlı Devleti’nin 19. yüzyıldaki Batılılaşma çabası ile, hem önemli devamlılıklar içeriyor, hem de ciddi bir kırılma noktası oluşturuyordu.

 

Osmanlı Devleti’nin Son Yılları

II. Meşrutiyet yıllarını ele alırken 1913 yılındaki II. Balkan Savaşı’na kadar yaşanan olayları kronolojik olarak ele almıştık.

Osmanlı Devleti, ilk Balkan Savaşı’nda ağır bir yenilgi aldıktan sonra ikinci savaşın dışında kalmış; Bulgaristan – Yunanistan – Sırbistan gibi ülkeler arasındaki savaşı fırsat bilerek Edirne’yi geri almıştı. Balkan Savaşları yapılacak anlaşmalarla resmi bir sonuca bağlanamadan önce bu sefer bütün Avrupa’yı içine çeken I. Dünya Savaşı başladı ve Osmanlı Devleti bu savaşa Almanya’nın tarafında girdi.

 

I. Dünya Savaşı, Osmanlı Devleti için ilginç bir dönemdi. ’93 Harbi’nde ve Balkan Savaşları’nda çok ağır yenilgiler alan Osmanlılar, I. Dünya Savaşı’nı da kaybetti – fakat bu savaşın kaybedilme şekli, daha önceki bu “korkunç” deneyimlere göre farklıydı. Doğu ve Kafkas Cepheleri’nde Rusya; 1917 Devrimi nedeniyle savaştan çekilmiş, yani Osmanlılar – Sarıkamış gibi tanınmış başarısızlıklara rağmen – teknik olarak burada savaşı kaybetmemişti. I. Dünya Savaşı’nın ana merkezi, yani Batı Cephesi, Osmanlı Devleti’ne göre coğrafi olarak oldukça uzaktı – ama ağırlıklı olarak bu cephede savaşan İngiltere ile Osmanlı Devleti, Çanakkale’de karşı karşıya gelmiş; Osmanlı Devleti burada tarihinin son büyük zaferini kazanmıştı.

Çanakkale Savaşı’nda Mustafa Kemal

 

Orta Doğu Cephesi ise Birinci Dünya Savaşı’nın genel gidişatı açısından o kadar kritik olmamakla birlikte Kut’ül-Amare kuşatması gibi önemli Osmanlı başarılarına sahne olmuş; fakat günün sonunda Osmanlı Devleti Almanya ile birlikte savaşı kaybeden tarafta yer almıştı.

I. Dünya Savaşı’nın bu gidişatı, savaştan sonra koşulları tartışılmaya başlanan Sevr Antlaşması’nı Osmanlılar için daha da büyük bir sorun haline getiriyordu. Sevr Antlaşması Osmanlı Devleti’ni büyük ölçüde yok eden, askerî gücünü sıfırlayan, topraklarının çok büyük bölümünü elinden alan bir antlaşmaydı – ancak Osmanlılar bu kadar ağır koşulları hak edecek bir yenilgi aldıklarına inanmıyorlar, aynı zamanda Yunanistan gibi savaşmadıkları ülkelerin kendilerinden bu kadar fazla toprak kazanmasına da tepki gösteriyorlardı.

 

Savaşın sonunda, Osmanlı Devleti’ni 1918 yılına kadar yöneten İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ileri gelen üyeleri, özellikle de Talat Paşa, Enver Paşa ve Cemal Paşa ülkeden kaçmıştı. İstanbul hükümeti; savaşı kazanan ülkelerle, ağırlıklı olarak da İngiltere’yle, ateşkes koşullarını müzakere ediyordu. Ancak ülke genelinde yenilginin getirdiği bu ağır koşullarına karşı ciddi bir tepki vardı. Özellikle Yunanistan’ın – Osmanlı Devleti’nin İstanbul’dan sonraki en büyük şehri olan – İzmir’i işgal etmesiyle bu tepki iyice arttı ve Anadolu’da Kuvayı Milliye olarak adlandırılan direniş hareketi başladı.

 

1919’da aslında bu direniş hareketini kontrol altına almak için İstanbul’dan gönderilen Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya geçmesiyle Kurtuluş Savaşı başlamış oldu. Çanakkale Savaşı’nda gösterdiği başarılar nedeniyle “Anafartalar Kahramanı” olarak tanınan Mustafa Kemal, bu hareketi bastırmak yerine organize edip liderliğini üstlendi ve Milli Mücadele yıllarının hem askerî hem de siyasi önderi haline geldi.

 

Devamlılık

Mustafa Kemal ve onun yanında Milli Mücadele’yi yöneten, daha sonra Cumhuriyet’i ilan eden insanlar kimlerdi? Yalnızca bu soruyu sormak bile bu yazı serisinin başından beri göstermeye çalıştığımız sürecin Cumhuriyet’in ilanıyla nasıl bir devamlılık içinde olduğunu gösterebilir.

 

Mustafa Kemal; Selanik’te doğup büyümüş, gençlik yıllarını İstanbul’da geçirmiş, Batılılaşmış bir Osmanlı paşasıydı.

 

Bu kısa cümle, aslında pek çok açıdan yazı serimizde bahsettiğimiz önemli olayların sonucuydu. Mustafa Kemal Batılı anlamda askeri bir eğitim almış; önce Selanik Askeri Rüştiyesi’ne, sonra Manastır Askerî İdadisi’ne, son olarak da İstanbul’daki Harbiye’ye gitmişti. Bütün bu okullar, Vaka-i Hayriye‘den sonra oluşturulan askeri eğitim sisteminin bir sonucuydu.

 

Mustafa Kemal’in de gittiği Manastır Askeri İdadisi

 

Mustafa Kemal Tanzimat Fermanı’ndan yaklaşık kırk yıl sonra doğmuştu. Tanzimat Fermanı’nın başlattığı ve Kırım Savaşı gibi olayların devam ettirdiği Batılılaşma hareketleri olmadan Mustafa Kemal gibi Batılı görüşleri olan, hatta kendisini Batılı olarak gören birinin yetişmesi mümkün olamazdı.

 

Tabii Tanzimat Fermanı’nın bu sürece tek etkisi Mustafa Kemal’i Batılı görüşlerle tanıştırmış olması değildi. Cumhuriyet’in ilanında sadece askerler rol oynamıyor, Tanzimat Fermanı sonrasında yetişmiş bürokratlar da bu süreçte yer alıyordu. Tanzimat Fermanı’nın devlet yönetimine yaptığı değişiklikler ve bu devlet içinde görev alması için yetiştirilen kişiler, yazı serimizin ilk halkalarından beri vurguladığımız gibi yapılan tüm modernleşme hareketlerini ciddi anlamda etkiliyordu. Tıpkı İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin kuruluşu ve II. Meşrutiyet’in ilanında olduğu gibi Cumhuriyet’in ilanında rol oynayan kişiler de Osmanlı Devleti’nde 19. yüzyılda ortaya çıkan bu iki gruptan geliyordu.


Osmanlı Devleti’nin 1800’lü yıllarda içinde bulunduğu kültürel ortam da elbette çok önemliydi. Gazeteler, dergiler çıkaran; bu yayınlarda düşüncelerini paylaşan insanlar, Osmanlı Devleti’nin bir sonraki nesli üzerinde büyük etki sahibi oluyordu. Yeni Osmanlılar Cemiyeti belki kendi zamanlarında hedefledikleri amaçlara tam anlamıyla ulaşamamıştı; fakat hem II. Meşrutiyet’i, hem de Cuhmuriyet’i ilan eden nesil onlardan fazlasıyla etkilenmişti.

 

Mustafa Kemal de gençlik yıllarında bu fikirlerin dile getirildiği, tartışıldığı bir ortamda yetişmişti. Osmanlı Devleti’nde padişahlığı kaldırıp Cumhuriyet ilan etmek, Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı’nı kazandıktan sonra bir anda aklına gelen bir fikirle, doğaçlama olarak yaptığı bir şey değildi. Cumhuriyet fikri, Cumhuriyet’in Osmanlı toplumunda uygulanıp uygulanamayacağı meselesi, Latin Alfabesine geçme fikri, hepsi 1860’lı yıllardan beri tartışılan konulardı. Mustafa Kemal’i olağanüstü bir kişi yapan; daha önce kimsenin düşünmediği şeyleri düşünmüş olması değil, daha önce kimsenin yapamadığı şeyleri yapabilmiş olmasıydı.

 

Bu dönemde yaşanan kriz ve savaşlar da elbette onun üzerinde büyük etki sahibiydi. Mustafa Kemal, bir anlamda “kurtarılması” gereken bir ülkede doğup büyümüştü. 19. yüzyılın ikinci yarısından, özellikle de 1877-78 yıllarında yaşanan ’93 Harbi‘nden, itibaren Osmanlı Devleti ufak istisnalar dışında sürekli toprak kaybediyor, yüzyıllardır hakim olduğu bölgelerden uzaklaşıyordu. Mustafa Kemal, Balkan Savaşları sırasında kendi doğup büyüdüğü Selanik’in bile kaybedilmesine tanık olacaktı. Bütün bunlar, onun ve çevresindeki kişilerin “ülkelerini kurtarma” düşüncesini, milli duygularını perçinleyen şeylerdi. Bunun için de elbette dönemin önemli aydınlarını; Namık Kemal ve Ziya Gökalp gibi kişilerin düşüncelerini takip ediyor, tartışıyor, benimsiyorlardı.

 

’93 Harbi’nin bir başka önemi, ilk meşrutiyet denemesini ortadan kaldırıp II. Abdülhamid’in saltanatını başlatmış olmasıydı. Mustafa Kemal doğduğunda II. Abdülhamid saltanatının beşinci yılındaydı; Mustafa Kemal yirmi sekiz yaşına gelene kadar da tahtta kalacaktı.

Ülke yönetiminin bu kadar otoriter olduğu bir dönemde milliyetçi ve meşrutiyet taraftarı fikirlerle büyüyen Mustafa Kemal, gençlik yıllarında siyasi faaliyetlerden uzak değildi. Bu faaliyetleri nedeniyle II. Abdülhamid’in jurnallerine yakalanmış, bir süre sorgulanmış, İstanbul’dan sürgüne gönderilmişti. Sürgündeyken açtığı Vatan ve Hürriyet Cemiyeti, daha sonra Selanik merkezli İttihad ve Terakki Cemiyeti ile bir araya gelmişti.

 

II. Meşrutiyet’in ilan edildiği dönemde, Mustafa Kemal İttihad ve Terakki Cemiyeti’ne üyeydi. Bu cemiyet içinde fazla yükselmese de 31 Mart ayaklanmasını bastıran Hareket Ordusu içinde önemli bir rol oynamış, bu ordunun adını belirleyen kişi olmuştu.

Bahsettiğimiz bu olayların pek çoğu Mustafa Kemal ve çevresindeki kişiler üzerinde etki sahibi olmuştu – ancak 31 Mart ve Düyun-ı Umumiye’nin etkisi biraz daha farklıydı.

 

Düyun-ı Umumiye‘de çalışan bazı insanlar, daha sonraki yıllarda Türkiye Cumhuriyeti’nde önemli konumlar üstlenmiş ve bu tecrübeden faydalanmıştı; ama bu ikisinin asıl etkisi yeni kurulacak ülkeye verdikleri uyarılardan kaynaklanıyordu. Yani Mustafa Kemal’in “kurtarılması gereken” bir ülkede büyümesi, sadece kaybedilen savaşlarla alakalı değildi.

 

31 Mart; yapılacak değişikliklere gelecek tepkilerin, Mustafa Kemal’e karşı çıkacak kesimlerin bir habercisiydi. Düyun-ı Umumiye ise her şeyden önce, “bağımsızlık” kavramına önemli bir boyut katıyordu. Atatürk’ün bağımsızlık kavramı ile ilgili söylediği çeşitli cümleleri internette bulabilirsiniz. Bunların pek çoğunda, Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı’nı sadece bir başlangıç olarak gördüğünü, ekonomik bağımsızlık olmadan bu kazanılan savaşın anlamsız olacağını vurguladığını göreceksiniz. Düyun-ı Umumiye gibi bir kurumun varlığı ve Osmanlı Devleti’nin ekonomik koşulları bunun bariz bir arka planını oluşturuyordu. Ekonomisinin ciddi bir bölümü doğrudan Avrupa devletlerinin kontrolünde olan Osmanlı Devleti, varlığının son yıllarında ekonomik açıdan bağımsız bir ülke değildi.

 

Mustafa Kemal ve “12 Önemli Olay” 

 

Kısacası; Osmanlı Devleti’nin 1826’dan 1909’a kadar yaşadığı bu süreçle Mustafa Kemal ve onunla birlikte hareket eden insanların ilan ettiği Cumhuriyet arasında pek çok devamlılık vardı. Kurtuluş Savaşı, aşağıdaki bölümde de değineceğimiz gibi, pek çok açıdan bir kırılma noktasıydı – ancak bu kırılma noktasının yaşanabilmesi için bunu gerçekleştirebilecek insanların var olması gerekiyordu. Vaka-i Hayriye ve Tanzimat Fermanı ile başlayan süreç, her şeyden önce bunu mümkün kılmıştı.

 

Yazı serimizin odak noktası Batılılaşma ve Doğu-Batı ile sınırlı olduğundan bu noktaya kadar Osmanlı Devleti ve Cumhuriyet’in ilanı arasındaki devamlılığa da bu bakış açısından yaklaştık. Elbette 19. yüzyıl Osmanlı Devleti’nden yeni kurulan Cumhuriyet’e bu açıdan değerlendirilemeyecek pek çok şey de miras kalmıştı. 1826-1909 yılları arasında ortaya çıkan pek çok kurum ve okul, Cumhuriyet döneminde devam etti. Bunun yanı sıra Osmanlı Devleti’nin son yıllarında ordu ve devlet yönetimi içinde yer alan kişilerden pek çoğu, Cumhuriyet döneminde de üst düzey konumlarda yer aldı. Halkın bir meclis aracılığıyla devlet yönetiminde söz sahibi olması, milliyetçilik, devletçilik gibi ideolojiler Cumhuriyet döneminde de benimsendi; hatta eskisine göre daha da ön plana çıktı.

 

Kırılma Noktası

Bütün bu devamlılıklara rağmen, Cumhuriyet çok önemli bir açıdan ciddi bir kırılma noktasıydı.

 

Yeni bir devletin kurulması, saltanatın ve hilafetin kaldırılması, yeni rejimin benimsenmesi elbette bariz ve kendi içlerinde daha kapsamlı olarak değerlendirilebilecek konulardı. Fakat bunlarla birlikte düşünülmesi gereken bir konu, Batılılaşma sürecinin değişimiydi.
 

Daha iyi değerlendirebilmek için...

Osmanlı aydınlarının, devlet adamlarının Batılılaşma konusundaki görüşlerini daha detaylı olarak incelemek, bu yazıda bahsettiğimiz bilgileri çok daha rahat bir şekilde değerlendirmenizi sağlayabilir. Bunun için, bu bölümü okumadan önce Doğru Batılılaşma yazımıza da göz atmanızı tavsiye ediyoruz.

 

1826’dan 1900’lü yıllara kadar Osmanlı Devleti’nin Batılılaşma süreci hep bir “pazarlık” şeklinde olmuştu. Osmanlı Devleti’ni yöneten kişiler; Avrupa’nın çok önemli alanlarda kendilerinden üstün olduğunu görüyor, kabul ediyor ve bu konularda Avrupa’yı örnek almak gerektiğini düşünüyordu. Ancak bu, yapılması kolay bir değişiklik değildi. Yeniçerilerin her türlü modernleşme girişimine şiddetle direnmesinden de anlaşılacağı gibi halkın ve devletin belli bir bölümü içinde, hiçbir şeyin değişmemesini isteyen kişiler de vardı.

 

Üstelik, Batılılaşma çoğu noktada sınırlı olarak yapılabilecek bir şey değildi. Ordu anlamında Avrupa’yı “örnek almak” için orduyu Batı’dan alınan silahlarla donatıp bu ülkelerin askerleri gibi organize etmek yetmiyordu. Orduda, bürokraside görev alacak kişilerin bunun için uzun yıllar yetiştirilmesi, Batılı anlamda eğitim alması, Batı kültürünün belli boyutlarını benimsemesi gerekiyordu.

 

Bütün bunlar, Batılılaşma yönünde bir “talebi” olmayan halk için korkutucu değişikliklerdi. Üstelik devlette üst düzey konumlarda bulunan pek çok insan da Batılılaşma sürecine karşıydı. Batılılaşma fikrine karşı olmayan, bunun yaşanması gerektiğini düşünen insanlar bile değişimin yavaş yavaş yapılması gerektiğine, toplumun her alanına sıçramaması gerektiğine inanıyordu.

 

Osmanlı tarihinin bu son yüzyılıyla özdeşleşmiş bir klişe vardır. Yapılan değişikliklerden memnun olmayan, Yeniçeri veya tutucu kesimden olan insanlar, “İstemezük!” bağrışlarıyla sokaklara dökülürler. Aşağıda, “dans etmek” konusunda kurulmuş iki cümleyi görebilirsiniz:

 

Medeniyet kazanmaya çalışan toplumlar için Avrupa’yı tamamen taklit etmek niçin gereksin? Bir takım bilimsel gerçekler vardır ki bunlar dünyanın hiçbir tarafında değişmez. Medenileşmek için Çinlilerden sülük kebabı almamız gerekmediği gibi, Avrupalıların dansını, nikah usüllerini taklit etmeye de hiçbir şekilde mecbur değiliz.

 

Eğer sizin medeniyet zannettiğiniz şeyler karıların açık açık sokağa çıkması ve meclislerde dans etmesi ise onlar ahlakımıza mugayirdir. Biz istemeyiz, istemeyiz, bin kere istemeyiz.

 

Özellikle “istemeyiz” kısmıyla bu ifadeleri hatırlatsa da, bu cümleler Osmanlı Devleti’nin aşırı tutucu, şeriat taraftarı, modernleşme karşıtı bir yazarı tarafından değil; Namık Kemal tarafından yazılmıştı. Hayatının büyük bölümünde meşrutiyet fikrini savunan, bu konuda onlarca yazı yazan, Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin belki de en önemli üyesi olan Namık Kemal için bile Batılılaşma hayatın sadece belli alanlarında kabul edilmesi gereken, Osmanlı kültürünü gerçek anlamda etkilememesi gereken bir süreçti.

Harf devriminden sonra Mustafa Kemal Atatürk

 

Cumhuriyet’i bir “kırılma noktası” haline getiren en temel noktalardan bir tanesi, Batılılaşma anlayışındaki bu değişimdi. Cumhuriyet’in ilanından sonra Batılılaşma bir “pazarlık” konusu olmaktan çıktı. Devletin önde gelenleri, artık Batılılaşmanın sadece bazı boyutlarını almaktan, kendi kültürünün mutlak kontrolü ve etkisi altında Batı’nın birkaç özelliğini ithal etmekten, Batı’nın hayat tarzından uzak durmaktan bahsetmiyordu.

 

Cumhuriyet ile birlikte Türkiye, Batı’nın bazı boyutlarını alarak hayatta kalmaya çalışan bir ülke olmaktan çıkıp “Batılı” bir ülke olmaya başladı. Harf devrimi, şapka devrimi, miladi takvimin kabul edilmesi gibi inkılaplar da, bunun en büyük göstergesiydi. Osmanlı devleti, 1826’dan beri – yani neredeyse yüz yıldır – Batılılaşma sürecinde olsa da bu değişikliklerin 1800’lü yıllarda yapılması söz konusu bile olamazdı.

 

Türkiye Cumhuriyeti'nin ise kendisini “Batılı” bir ülke olarak tanımladığı için Batı'nın alfabesini, takvimini ve giyim tarzını benimsemesi normal bir durumdu. Devletin söylemine göre Türkiye Cumhuriyeti “Batılılaşan, Avrupalılaşan” bir ülke değil; zaten Batılı, Avrupalı bir ülkeydi.

 

Batılılaşma açısından Cumhuriyet’in ilanının yarattığı en büyük kırılma noktası da buydu.

 

Sonuç

Elbette devletin bu söylemi ve bakış açısı, ülkenin gerçekten tam anlamıyla Batılı bir ülke olduğu anlamına gelmiyordu. Türkiye Cumhuriyeti’nin pek çok bölgesinde, Osmanlı Devleti sırasında yaşanmakta olan hayat devam ediyor, Batılı hayat tarzı yalnızca büyük, şehirleşmiş bölgelerde yaygın şekilde benimseniyordu. 

 

Cumhuriyet’in ilanı; yeni bir eğitim sistemi, yasalar ve modernleşme çabalarıyla, bu durumu değiştirmeye başladı.

 

Cumhuriyet’in ilanından sonraki dönem, yeni bir dönemdi. Üstelik sadece Türkiye için de değil; I. Dünya Savaşı yeni bir çağın habercisi olmuştu. Dönemin süper güçleri İngiltere ve Fransa’nın Amerika Birleşik Devletleri’ne göre daha arka planda kalmaya başlaması, Çarlık Rusya’sının yerini Sovyetler Birliği’nin alması ve sömürge çağının yavaş yavaş sona ermesi, artık farklı bir dünya düzeninin oluşması anlamına geliyordu.

 

Yazı serimizi 20. yüzyılda başlayan bu yeni çağa yoğunlaşmadan, Osmanlı Devleti’nin modernleşme ve Batılılaşma çağını tamamlayıp Türkiye Cumhuriyeti’ne ulaştığımız noktada bitiriyoruz. Bu dönemle ilgili daha fazla bilgi için sitemizin farklı bölümlerini inceleyebilirsiniz.


Hızlı Bilgiler


Yazının içeriği hakkında

Bu yazıda, Cumhuriyet’in ilanı ile ilgili kapsamlı bilgiler vermiyoruz. Yazının temel amacı, ”Tanzimat’tan Cumhuriyet’e 12 Önemli Olay” serimizin son halkası olan Cumhuriyet’in ilanının bir önceki yüzyılda Osmanlı Devleti’nde yaşananlarla ne gibi bağlantıları ve ne gibi “kırılma noktaları” olduğunu göstermek.
 

Önemi

Osmanlı Devleti’nin ortadan kalkması, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması

 

Tarih açısından Cumhuriyet’in ilanı ve Osmanlı Devleti arasındaki ilişki iki boyutluydu. Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne miras 

kalan, yani devam eden özellikler olsa da, Cumhuriyet belli açılardan da bir kırılma noktası oluşturuyordu.

 

Devamlılık

Bu yazı serisi boyunca ifade etmeye çalıştığımız gibi 1826’dan beri yaşanan bu süreçler Cumhuriyet’in ilan edilebileceği koşulları yaratmak açısından çok önemliydi.

 

Vaka-i Hayriye, Tanzimat Fermanı, gazeteler, Yeni Osmanlılar Cemiyeti, İttihat ve Terakki, II. Meşrutiyet gibi gelişmeler yaşanmadan Cumhuriyet’in ilan edilmesi, Cumhuriyet’i ilan edecek kişilerin ortaya çıkması da mümkün olamazdı.

 

Kırılma Noktası ve Batılılaşma

Bununla birlikte, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanı, Batılılaşma açısından bir kırılma noktasıydı.

 

Batılılaşma artık Osmanlı Devleti’nden farklı bir şekilde değerlendiriliyordu. Batılılaşma taraftarı olan Osmanlı aydınları, devlet adamları bile kendilerini tam anlamıyla “Batılı” olarak görmüyor; Batı’nın yalnızca belli boyutlarını örnek almaya çalışıyorlardı.

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanından sonra ise Mustafa Kemal ve onun çevresindeki kişiler, Türkiye Cumhuriyeti’ni “Batılı” bir ülke olarak kurmaya çalıştı. Miladi takvimin kabul edilmesi, Şapka Devrimi ve Harf Devrimi bu sürecin göstergeleriydi.

 

Bunlar, bir önceki yüzyılda “Batılılaşmakta olan” Osmanlı Devleti’nde yaşanması mümkün olmayan değişikliklerdi.


Evrim Sorular


Genel Sorular

Bu soruları, Cumhuriyet’in ile ilgili paylaştığımız bilgileri inceledikten sonra rahatlıkla cevaplayabilirsiniz. Takıldığınız bir nokta olursa, önceki sekmelere geri dönüp cevapları aramayı unutmayın!

 

1 – Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’nda aldığı yenilgiyi, ’93 Harbi veya Balkan Savaşları’nda aldığı yenilgilerle karşılaştırın. Bunlar arasında ne gibi farklar vardı? Bu farklar, Osmanlı toplumunun savaş sonrasında yaşananlara, Sevr Antlaşması’nın koşullarına verdiği tepkiyi nasıl etkilemiş olabilir?

 

2 – Vaka-i Hayriye ile Cumhuriyet’in ilanı arasında ne gibi bir ilişki kurabiliriz? Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Kazım Karabekir gibi kişiler olmadan Kurtuluş Savaşı kazanılabilir, Cumhuriyet ilan edilebilir miydi? Vaka-i Hayriye olmadan bu kişilerin yetişmesi mümkün müydü?

 

3 – Cumhuriyet’i ilan eden iki önemli insan grubu kimdi? Bunların Vaka-i Hayriye ve Tanzimat ile nasıl bir alakası vardı?

 

4 – On dokuzuncu yüzyılda Osmanlı Devleti’nin Batılılaşma süreci ile, Türkiye Cumhuriyeti’nin Batılılaşmaya yaklaşımı arasında nasıl bir fark vardı?

 

5- Mustafa Kemal, 12 Önemli Olay serimizde merkeze koyduğumuz olayların hangilerini doğrudan yaşamıştı? Bunların onun üstünde nasıl bir etkisi vardı?

 

Tartışma ve Araştırma Soruları

Bu sorular, Cumhuriyet’in ilanı ile Osmanlı Devleti’nin son yüzyılı arasında daha iyi bağlantılar kurabilmek için tartışabileceğiniz ve araştırabileceğiniz bazı çıkış noktaları sunuyor. Bu sorular hakkında düşünürken tek ve somut bir cevap aramaya değil, sahip olduğunuz bilgileri kendi düşünce ve yorumlarınızla bir araya getirmeye yoğunlaşın!

 

1 – Aşağıda, bu yazı serisinde incelediğimiz on bir önemli olayın bir listesini bulabilirsiniz:

Vaka-i Hayriye
Tanzimat Fermanı
Kırım Savaşı
Tercüman-ı Ahval
Yeni Osmanlılar Cemiyeti
’93 Harbi
II. Abdülhamid’in Saltanatı
Düyun-ı Umumiye
İttihad ve Terakki Cemiyeti
II. Meşrutiyet
31 Mart Vakası

Bu olayların bir tanesini seçip, Cumhuriyet’in ilanı ile nasıl bir bağlantısı olduğunu kısaca açıklamaya çalışın. Eğer grup olarak çalışıyorsanız, bütün olayları sırayla değerlendirebilir ve cevaplarınızı birbirinizle paylaşabilirsiniz.

 

2 – Cumhuriyet’in ilanı, Batılılaşma süreci açısından, Osmanlı Devleti’nin son yüzyılıyla nasıl bir “kırılma noktası” oluşturuyordu? Cumhuriyet’in bir “kırılma noktası” olduğu başka alanlar var mıydı? Sizce bunlar nelerdi?

 

3 – Günümüzde, kuruluşu Osmanlı tarihine dayanan hangi kurumlar varlıklarını sürdürüyor? Bunlardan yola çıkarak, Osmanlı Devleti ve Cumhuriyet arasında ne gibi devamlılıklar bulabiliyorsunuz?

 

4 – Milli Mücadele yıllarında, Cumhuriyet’in ilanında ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk döneminde, en önemli kişinin Mustafa Kemal Atatürk olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Biz de, yazımızda Osmanlı Devleti ile Cumhuriyet’in ilanı arasındaki devamlılıkları gösterirken, ağırlıklı olarak Mustafa Kemal üzerinden örnekler vermeye çalıştık. Ama elbette, Mustafa Kemal bütün bu süreçlerde tek başına hareket etmiyordu.

Milli Mücadele ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında etkili olan önemli bir asker, politikacı veya yazar seçin. Bu kişinin yaşadığı hayatı, aldığı eğitimi, görüşlerini on iki önemli olay serimizde bahsettiğimiz olaylara bağlayarak değerlendirmeye çalışın.


Videolar



logo

Çerez Tercihleri

Online deneyiminizi geliştirerek sizlere daha iyi hizmet sunabilmek için çerez kullanıyoruz. Çerezler hakkında daha detaylı bilgi almak ve tercihlerinizi düzenlemek için aşağıda yer alan bağlantıları kullanabilirsiniz

Tüm yasal bildirimlere ulaşmak için

Buraya tıklayın.

Çerez Tercihlerini Yönetin

Zorunlu Çerezler

Teknik çerezler, İnternet Sitesi’ni görüntülemeniz esnasında cihazınıza yerleştirilen ve sunulan online servislerin düzgün şekilde çalışabilmesi için gerekli olan çerezlerdir.

Opsiyonel Çerezler

Performans ve analitik çerezleri, İnternet Sitesi ziyaret ve trafiğini takip ve analiz etmemizi sağlar. Bu çerezler sayesinde İnternet Sitesi üzerindeki alanlardan hangilerinin en sık ya da seyrek ziyaret edildiği gibi bilgileri edinebilir ve İnternet Sitesi’nin trafiğini optimize edebiliriz.

Yurt Dışı Aktarım İzni (Google)Açık rızanızı vermeniz halinde, Google Analytics çerezlerinin kullanılması ile işlenen kişisel verileriniz İnternet Sitesi üzerinde kullanıcı davranışlarının analiz edilmesi suretiyle raporlama yapılması amacıyla yurt dışında yerleşik Google LLC'ye aktarılabilecektir.

Opsiyonel Çerezler

Kişiselleştirilmiş reklam çerezleri, sizlere İnternet Sitesi’nde veya İnternet Sitesi haricindeki mecralarda görüntüleme geçmişinize ve ziyaretçi profilinize uygun olarak kişiselleştirilmiş ürün ve hizmet tanıtımı yapmak için kullanılır.

Yurt Dışı Aktarım İzni (Facebook) Açık rızanızı vermeniz halinde, Facebook Pixel çerezlerinin kullanılması ile işlenen kişisel verileriniz İnternet Sitesi üzerinden kullanıcılara kişiselleştirilmiş reklamların sunulması amacıyla yurt dışında yerleşik Meta Inc.’e aktarılabilecektir.

Vakıf k12 tarafından geliştirilmiştir