31 Mart Vakası
31 Mart Vakası sonrasında tutuklanan kişiler
Bir önceki yazımızda, II. Meşrutiyet ile birlikte Osmanlı Devleti’nde yaşanan önemli değişiklikleri ve Meşrutiyet yıllarında Osmanlı Devleti’nin yaşadığı önemli olayları incelemiştik. Fakat bunu yaparken ufak bir kısa yol tercih etmiş, Meşrutiyet’in ilan edilme sürecinin üzerinde fazla durmamıştık.
Bu yazıda; II. Meşrutiyet dönemine yoğunlaşmadan, Meşrutiyet’in ilanına ve bir “karşı ayaklanma” olarak tanımlayabileceğimiz 31 Mart Vakası’na odaklanacağız. Ama bu yazı serisinde daha önce de olduğu gibi sadece yazımızın başlığındaki olayla sınırlı kalmayacağız.
Tarihte çoğu zaman “modernleşme taraftarı” kişilerin ilan ettiği II. Meşrutiyet’e karşı “modernleşme karşıtlarının” başlattığı bir ayaklanma olarak hatırlanan 31 Mart Vakası, 19. yüzyıl boyunca Osmanlı Devleti’nde yaşanan değişikliklere verilen tek tepki değildi.
Bütün bu süreci daha detaylı olarak inceleyebilmek ve Osmanlı Devleti için Batılılaşma kavramının tek boyutlu bir süreç olmadığını gösterebilmek için bu yazıda farklı bir yol izleyeceğiz.
Önce II. Meşrutiyet’in ilan edilme sürecini, 31 Mart Vakası’nın başlamasını ve bastırılmasını takip edip daha sonra 19. yüzyıl boyunca yaşanan “benzer” olaylara göz atacağız. Son olarak da 31 Mart Vakası’nın Osmanlı Devleti’nin Batılılaşma süreci içindeki konumunu inceleyeceğiz.
31 Mart'ın tarihi...
Tıpkı ’93 Harbi gibi 31 Mart tarihi de Rumi takvime göre belirlenmiş bir isimdi. Bugün kullandığımız takvimle 31 Mart Vakası, 13 Nisan 1909 gününde gerçekleşmişti.
II. Meşrutiyet ve 31 Mart
II. Meşrutiyet tarihinden hızlı bir şekilde bahsedilirken “İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin II. Meşrutiyet’i ilan ederek II. Abdülhamid’i tahttan indirdiği” yönünde cümleler okuyabilirsiniz.
Oysa, birbirleriyle yakından alakalı gibi gözüken bu iki olay arasında yaklaşık dokuz aylık uzun ve çalkantılı bir dönem bulunuyordu. İttihad ve Terakki Cemiyeti II. Meşrutiyet’i ilan ettikten sonra II. Abdülhamid’i tahttan indirmemiş, padişah bir süre daha konumunu korumayı başarmıştı.
II. Abdülhamid
Hatta, işe biraz daha “teknik” olarak bakmak isterseniz, Meşrutiyet’i ilan eden de padişahın kendisiydi.
II. Meşrutiyet’in ilan edilme süreci; Osmanlı Devleti’nin Makedonya eyaletinde bir grup askerin “dağa çıkması”, yani doğrudan ayaklanması ile başlamıştı. Ayaklanmayı tetikleyen olay, Avrupalı devletlerin bir müdahalede bulunarak Makedonya’yı Osmanlı kontrolünden çıkartacağı yönünde bir söylentiydi. Bunun gerçekleşmemesi için hareket eden Resneli Niyazi, Enver Paşa ve bir grup asker; doğrudan padişaha karşı ayaklanmış, durumu kontrol altına almak için İstanbul’dan Makedonya’ya gönderilen kişiler de herhangi bir sonuç elde edememişti.
İşin sonunda İttihat ve Terakki Cemiyeti, padişah II. Abdülhamid’e bir telgraf çekerek Meşrutiyet’in yeniden ilan edilmesi için ültimatom verdi. Padişahın bunu kabul etmesi ile II. Meşrutiyet ilan edilmiş oldu. Bu süreci, hemen sağdaki zaman çizgisinden de takip edebilirsiniz.
Daha Detaylı Bilgi İçin...
II. Meşrutiyet’in ilanı ilk anda oldukça “sessiz” bir şekilde, yayımlanan birkaç satırlık gazete haberiyle duyurulmuştu. Bu durumun yarattığı şaşkınlığı yansıtan iyi bir edebiyat eseri için Ömer Seyfettin’in Efruz Bey romanına göz atabilirsiniz. Bu romanın ana karakteri Ahmet Bey, kitabın ilk sayfalarında birlikte çalıştığı kişileri Meşrutiyet’in ilan edildiğine inandırmaya çalışır.
Temmuz ayındaki ilandan yaklaşık dört-beş ay sonra seçimler düzenlendi, Meclis-i Mebusan açıldı ve Osmanlı Devleti tarihinin ikinci meşrutiyet dönemi resmen başlamış oldu. Fakat bu sorunsuz ilerleyen, her şeyin yolunda gittiği bir dönem değildi. Bir önceki yazımızdan da hatırlayacağınız gibi bu ilan sürecinde Bulgaristan, Bosna Hersek ve Girit gibi bölgeler kaybedilmişti. İstanbul’da da İttihad ve Terakki’ye karşı ciddi bir muhalefet, yaşanmakta olan değişimlere karşı bir memnuniyetsizlik vardı.
Yazımızın üçüncü bölümünde daha detaylı olarak değineceğimiz gibi bu memnuniyetsizlik yalnızca Meşrutiyet’in ilan edilmesini istemeyen kişilerden kaynaklanmıyordu. Hem meclis içinde, hem de İstanbul basınında Meşrutiyet’in ilanını olumlu bir süreç olarak gören; ancak bu süreci İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin yönetmesinden rahatsızlık duyan bir kesim vardı. Özellikle basın tarafında İttihatçıları destekleyenler ve onlara karşı çıkanlar arasında ciddi bir çekişme yaşanıyordu.
Gazeteci Hasan Fehmi Bey’in öldürülmesi, 31 Mart Vakası’na giden süreçte önemli bir dönüm noktasıydı.
Gerginliğin doruk noktası, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne karşı çıkan gazetecilerden Hasan Fehmi’nin öldürülmesi oldu. Bugün hala kimin tarafından gerçekleştirildiğini bilmediğimiz bu cinayetin sorumlusu İttihad ve Terakki olarak görüldü ve Hasan Fehmi’nin cenazesi büyük bir eylemin başlangıcı oldu. 13 Nisan 1909’da İstanbul’da bulunan bazı askeri birliklerin açıkça ayaklanması ile 31 Mart Vakası başladı.
Bu ayaklanma ile birlikte başkentteki İttihad ve Terakki yönetimine yaklaşık on günlük bir ara verilmiş oldu. İstanbul’da bulunan İttihatçılar ya şehri terk ederek ya da şehir içinde saklanarak kendilerine karşı büyüyen bu girişimden korunmaya çalıştı.
Fakat İstanbul’da güçlerini kaybetmiş olmalarına karşın İttihad ve Terakki’nin “kalesi” olan Selanik’teki varlıklarını sürdürüyorlardı. İstanbul’da yaşanan olaylar kontrolden çıkınca Selanik’te İttihatçı subayların kontrolünde bir ordu oluşturuldu ve “Hareket Ordusu” adı verilen bu ordu İstanbul’a doğru yola çıktı.
"Hareket Ordusu"
“Hareket Ordusu” ismini seçen kişi, bu sırada İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin üyesi olan Mustafa Kemal’di.
Hareket Ordusu’nun 24 Nisan’da İstanbul’a girmesi, ayaklanmadan sorumlu olarak görülen kişilerin tutuklanması ve bazılarının idam edilmesi ile 31 Mart Vakası da sona ermiş oldu. Bu sürecin belki de en önemli sonuçlarından bir tanesi; ayaklananlarla işbirliği yapmakla, hatta doğrudan ayaklanmayı teşvik etmekle suçlanan II. Abdülhamid’in tahttan indirilip, yerine V. Mehmed Reşad’ın tahta çıkartılması oldu.
31 Mart Vakası’nın ardından II. Abdülhamid’i tahttan indirmeye giden heyet
19. Yüzyıl Osmanlı Devleti’nde “Tepkiler”
II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesi ile sona eren 31 Mart süreci, resmî tarihte çoğu zaman II. Meşrutiyet’e karşı yapılan “gerici” bir müdahale olarak hatırlanır ve bu ayaklanmaya karışan kişilerin tek isteğinin “şeriat” olduğu ifade edilir. Bir sonraki bölümde değineceğimiz gibi işin gerçek boyutu muhtemelen biraz daha karmaşıktı; ama şimdilik, bunu II. Meşrutiyet’in ilanına gösterilen bir “tepki” olarak kabul edip 19. yüzyıl boyunca yaşanan benzer örneklere göz atmaya çalışacağız.
Batılılaşma veya modernleşme hareketlerinin hız kazandığı 19. yüzyılda bu süreç hiçbir zaman doğrusal, tepkisiz bir şekilde ilerlememişti. Yazı serimizin başlangıcı olan Vaka-i Hayriye’nin de öncesinde, III. Selim’in saltanatı sırasında, Batılılaşma hareketleri pek çok kesim tarafından olumsuz bir şekilde değerlendiriliyor; buna karşı ciddi bir direniş gösteriliyordu. Keza 1826 yılında gerçekleşen Vaka-i Hayriye Yeniçeri Ocağı’nı kaldırıp orduyu modernleştirmek yönünde atılan ilk adım değildi – benzer bir değişimi III. Selim de denemiş; ancak hem kurduğu yeni ordu Nizam-ı Cedid başarısız olmuş, hem de padişah tahttan indirilmişti.
Modernleşme hareketleri II. Mahmud sırasında daha büyük bir ivme ile devam etse de III. Selim ile II. Mahmud arasında kısa bir süreliğine IV. Mustafa tahta çıkmıştı. IV. Mustafa, kendisinden önce gelen III. Selim’e göre daha muhafazakar bir padişahtı ve başta Yeniçeriler olmak üzere Osmanlı Devleti’nin geleneksel kurumlarını destekliyordu. Bir bakıma, III. Selim döneminden sonra tahta çıkarılmasının sebebi de buydu – kendisinden önceki padişahın yapmaya çalıştığı değişikliklerin önüne geçeceği sözünü veren IV. Mustafa, daha tutucu olan kesimin desteğini kazanmış; ama bu onu tahtta tutmaya yetmemişti. Yine de IV. Mustafa, bu sürecin önemli bir parçası olmuştu; çünkü yeniden tahta çıkartılmak istenen III. Selim’in öldürülmesini emreden kişi o olmuştu.
IV. Mustafa, II. Mahmud’un da öldürülmesini emretmişti; fakat bu girişimden kurtulan II. Mahmud onun yerine tahta geçmiş ve modernleşme hareketlerini hızlandırmıştı. II. Mahmud, III. Selim’in başarısız olduğu bazı konularda – özellikle Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması konusunda – başarılı olsa da bu süreç hızlı ve kolay bir şekilde gerçekleşmemişti. Padişah tahta çıktıktan sonra kurulan Sekban-ı Cedid ordusu; Yeniçerilerin ayaklanması sonrasında dağıtılmış, yenilik taraftarı olan ve II. Mahmud’un tahta çıkmasını sağlayan Alemdar Mustafa Paşa Yeniçeriler tarafından katledilmişti. Bunun ardından Yeniçeriler IV. Mustafa’yı tekrar tahta çıkartma düşüncesiyle saraya doğru hareketlenmiş; ancak bu girişim, IV. Mustafa’yı öldürten II. Mahmud tarafından bastırılmıştı.
II. Mahmud, Yeniçerileri ortadan kaldırmayı saltanatının on sekizinci yılında başarabilmişti. Onun döneminde büyük ivme kazanan ve Tanzimat Fermanı’na giden yolu açan reformlar da her şeyden önce padişahın ciddi anlamda otoriter bir şekilde hareket etmesi sayesinde yapılmıştı.
Batılılaşma karşıtı hareketler, II. Mahmud’un oğlu Sultan Abdülmecid döneminde de devam etti. Bu dönemde yapılan bazı yenilik girişimleri – örneğin Kırım Savaşı sonrasında İngiltere ve Fransa gibi devletlerin isteğiyle kabul edilen Islahat Fermanı – Batılılaşma hareketlerine karşı olan kesimlerin tepkisini çekiyordu. Bu yıllarda, “tepki göstermenin” ötesine geçen önemli bir olay; 1859 yılında gerçekleşen Kuleli Vakası’ydı.
1859 yılında açığa çıkarılan Kuleli Vakası, sorumluların sorgulandığı Kuleli Kışlası nedeniyle bu isimle anılır.
Yazı serimizin önemli bir boyutu olarak Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nden bahsetmiştik. Kuleli Vakası; kuruluşu Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin de öncesine dayanan, gizli bir cemiyet ile alakalıydı. Sultan Abdülmecid’in yönetiminden ve ülkede yaşanan gelişmelerden rahatsız olan muhafazakar kişiler tarafından kurulan bu örgüt, devletin önemli konumlarında bulunan insanları da içeriyor ve Sultan Abdülmecid’i tahttan indirip yerine Abdülaziz’i geçirmeyi planlıyordu.1859 yılında bu gizli cemiyet bir toplantı halindeyken yakalanmış ve planladıkları bu “darbe” girişimi başarısız olmuştu.
Önemli bir detay...
31 Mart Vakası gibi Kuleli Vakası’nın da gerçek yüzü tarihçiler tarafından hala tartışılan bir konu. Bu darbe girişiminde Tanzimat reformlarına karşı çıkan muhafazakar kesimin yer aldığı bilinse de bütün sürecin tek cümleyle “Modernleşme hareketlerine karşı” olduğunu ifade etmek tam anlamıyla doğru olmayabilir.
Osmanlı Devleti için modernleşme süreci, neden bu kadar çalkantılı ve zorlu bir şekilde ilerliyordu? Konuyla ilgili yazılmış en önemli kaynaklardan biri olan Modernleşen Türkiye’nin Tarihi'nin yazarı Eric Jan Zürcher’e göre, modernleşme hareketlerinin hızlı ve engelsiz bir şekilde ilerleyememesinin beş sebebi vardı. Bunların listesini aşağıdaki şemadan görebilirsiniz:
Bunların hepsi Osmanlı Devleti’nin on dokuzuncu yüzyılda yaşadığı önemli sorunlar arasında olsa da Batılılaşma sürecinin halkın isteği olmadan, çoğu zaman halkın isteği dışında gerçekleşiyor olması bu tepkilerin temel sebebiydi. On dokuzuncu yüzyılda Osmanlı Devleti’ni yönetenlerin temel amacı ülkelerini kurtarmak olsa da bunun için farklı bir kültürü örnek alıyor, yüzyıllardır devam eden bazı kurumları ve gelenekleri ortadan kaldırıyorlardı. Bu da, yalnızca düşünce ve inanç açısından değil; aynı zamanda günlük hayat ve ekonomik koşullar açısından da insanlardan tepki görüyordu.
II. Abdülhamid yılları ise bu sürecin iki boyutluluğunu belki de en iyi yansıtan süreçti. II. Abdülhamid; tahta Meşrutiyet ve Kanun-i Esasi’nin ilanıyla, modernleşme yolunda büyük adımlarla çıkmış ancak padişah kısa süre içinde bu yeniliklerin her ikisini de geri çekerek ülkeyi kendi otoritesiyle yönetmeye başlamıştı. II. Abdülhamid dönemi; Batılılaşmanın pek çok açıdan hızla devam ettiği, pek çok açıdan da duraksadığı bir dönemdi.
Bu konuda daha fazlası için II. Abdülhamid’in Saltanatı başlıklı yazımıza göz atabilirsiniz.
Bu ironiyi gösteren önemli bir örnek, II. Abdülhamid yıllarında subaylar arasında yaşanan “mektepli – alaylı” çekişmesiydi. II. Abdülhamid’in modernleşme konusunda en büyük başarılarından bir tanesi eğitim alanındaydı. Padişah bu konuya büyük önem veriyor, ülke genelinde farklı alanlarda eğitim verecek okulların açılması için büyük çaba sarf ediyordu. Askerî okullar da buna bir istisna değildi – özellikle askeri rüştiye ve idadilerin sayısı bu yıllarda katlanarak artmıştı.
Fakat II. Abdülhamid, bu okullarda kendisine karşı gelişen muhalefetin de farkındaydı. Bu yüzden askeri okullardan mezun olan, bu sistemin içinden yetişmiş “mektepli” subaylara güvenemiyor; bunun yerine sistemin dışından yetişen, sistematik bir eğitim almamış “alaylı” subayları üst konumlara atıyordu. Bu da, oldukça tuhaf bir şekilde, kurulan eğitim sisteminin amacına ulaşamaması anlamına geliyordu.
31 Mart sürecinin tetiklenmesinde bu “mektepli – alaylı” subay çekişmesinin de etkisi vardı.
31 Mart’ın Doğası
Peki – 31 Mart Vakası bu süreç içinde değerlendirilebilecek; modernleşme karşıtı, tutucu, gerici bir olay mıydı?
Bu soruya daha dikkatli yaklaşmak için iki soru ve cevap üzerinden ilerleyebiliriz:
1 – 31 Mart Vakası’nı başlatan ve bu ayaklanmaya katılanların temel amacı; II. Meşrutiyet’i iptal etmek, meclisi kapatmak ve yeniden II. Abdülhamid’in tek otorite olacağı bir sisteme dönmek miydi? Eğer bu soruya “Evet” cevabını veriyorsak, o zaman 31 Mart’ın gerçekten bu ifadelerle tanımlayabiliriz.
2 – 31 Mart Vakası’na katılanların ve bu ayaklanmaları başlatanların temel amacı II. Meşrutiyet’i ortadan kaldırmak değil de bu sistemin tartışılmaz, mutlak güçlü bir İttihad ve Terakki Cemiyeti etrafında kurulmasını engellemek miydi? Eğer cevabı “Evet” olan soru buysa, o zaman ayaklananlar Meşrutiyet’in ilanını, modernleşme sürecini durdurmak değil; bu sürecin başında olan, bu süreci yöneten kişileri değiştirmek istiyordu.
24 Nisan 1909, 31 Mart Ayaklanmasının bastırılmasından sonra İstanbul’dan bir kare
Durumun ne olduğunu açıklamak yerine bu sorular üzerinden ilerlememizden de anlayacağınız gibi bunlardan hangisinin “gerçek” olduğunu kesin olarak söylemek çok kolay değil.
31 Mart bugün hala tarihçiler arasında tartışılan, hakkında pek çok soru işareti olan bir dönem. 1909 yılının ilk aylarında İstanbul’daki siyasi atmosferin gergin olduğunu ve bu gerginliğin temel sebeplerini biliyoruz. Ancak bu gerginliği böylesine tırmandıran unsurları, silahlı askerlerin karıştığı bir ayaklanma haline getiren kişileri, bu kişilerin uzun vadeli hedeflerini kesin ve net olarak söyleyemiyoruz.
Fakat şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: 31 Mart’a giden süreçte tek mesele modernleşme ve gericilik arasında tek boyutlu bir tartışma değildi. İstanbul’da zıt görüşlerin birbirine karşı bu kadar sert bir şekilde ifade edilmesinin pek çok sebebi vardı.
31 Mart’a giden süreçte yaşanan önemli sorunlar
Bunların başında 1900’lü yılların başından beri Jön Türkler arasında süregelen bir çekişme vardı. II. Meşrutiyet’i ilan eden İttihad ve Terakki Cemiyeti olsa da II. Abdülhamid’e karşı çıkan herkes onların yöntem ve fikirlerine katılmıyordu. Paris’te düzenlenen ilk Jön Türk kongresinde İttihatçılara açıkça karşı çıkan Prens Sabahhatin'in etrafında yer alan kişiler, Meşrutiyet’in ilanından sonra Ahrar Fırkası adıyla bir parti kurmuştu.
Ahrar Fırkası seçimlerde büyük bir başarı elde edemedi; ancak ideolojik olarak en ciddi muhalefet onlar tarafından geldiği için devlet kademesinde destek görüyorlardı. Aynı zamanda bu fikirleri benimseyen kişiler tarafından çıkarılan gazetelerde İttihatçılara karşı çok sert eleştiriler getiriliyor, İttihatçılar da bunları baskı yoluyla susturmaya çalışarak bir anlamda II. Abdülhamid’in çok sık eleştirdikleri bir yöntemini tekrarlamış oluyorlardı. 31 Mart’a giden sürecin en önemli adımlarından bir tanesi, gazeteci Hasan Fehmi’nin öldürülmesiydi; ki kendisi de İttihad ve Terakki Cemiyeti’ni eleştiren, onlara karşı gelen bu kişiler arasında yer alıyordu.
Yani devletin zirvesindeki mesele pek çok açıdan modernlik – gericilik ikileminden, 31 Mart ile fazlasıyla özdeşleştirilen şeriat ve dini yönetim taleplerinden uzaktı. Ahrar Fırkası’nın (ve daha sonra bu fırkanın devamı olarak kurulacak Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın) önde gelenleri, İttihatçılar tarafından sık sık gericilikle suçlansalar da aslında en az İttihatçılar kadar Batılılaşmış kişilerdi.
Ama tabii bütün bunlar, 31 Mart’ın şeriat talebi ve modernleşme karşıtlığıyla hiç alakası olmadığı anlamına da gelmiyordu. İstanbul’daki gergin siyasi atmosferi oluşturan nedenler arasında İttihad ve Terakki’nin din adamlarıyla ilgili alacağı düşünülen kararların da etkisi vardı. Bunların içinde dini okullara giden kişilerin artık askerlikten muaf tutulmaması, dini okullarda ve atamalarda ciddi bir sınav sisteminin kullanılması gibi fikirler yer alıyordu.
31 Mart'ta önemli rol oynayan gruplardan bir tanesi Derviş Vahdeti önderliğinde kurulan İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti’ydi. Ayaklanma içinde önemli rol oynayan ve Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girişinden sonra yakalanarak idam ettirilen Derviş Vahdeti’nin görüşlerinde şeriat fikrinin önemli olduğu açıktı.
Derviş Vahdeti
Fakat burada bile iş tek boyutlu değildi. Derviş Vahdeti siyasi görüşlerinde Prens Sabahaddin’i ve onun politikalarını destekliyor, Ahrar Fırkası da İttihat ve Terakki’ye karşı gösterilen muhalefetin sadece dini bir temelde kalmamasını sağlamaya çalışıyordu. Üstelik, Derviş Vahdeti tarafından kurulan İttihad-ı Muhammediye Cemiyeti İstanbul’daki bütün din adamlarının görüşünü de yansıtmıyordu. Ayaklanmaların başlamasından kısa süre sonra ulemanın ileri gelenleri arasında Cemiyet-i İlmiyye-i İslamiyye adlı bir cemiyet kurulmuş; İttihat ve Terakki’ye yakın olan bu kişiler de Meşrutiyet’in ilanını desteklediklerini, bu ayaklanmanın karşısında olduklarını belirtmişti.
Ayaklanmanın önemli nedenlerinden bir tanesi de II. Abdülhamid döneminin önemli kişileriydi. Padişahın otuz yılı aşkın saltanatı sırasında pek çok insan önemli konumlara gelmiş, hayatlarını sahip oldukları bu pozisyonlardan kazanmıştı. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte İttihad ve Terakki hem ordu içinde, hem bürokrasi içinde kadrolarda önemli değişiklikler yapmaya; II. Abdülhamid döneminde bu görevleri yerine getiren kişileri tasfiye edip kendi destekçilerini atamaya başlamıştı.
Yukarıda bahsettiğimiz “alaylı – mektepli” gerginliği de bunun bir boyutuydu. II. Abdülhamid’in saltanatı boyunca önemli konumlarda yer almış olan “alaylı” subaylar, İttihatçıların gelişiyle ordudan uzaklaştırılmayı kabul etmemiş ve ayaklanmanın böyle askeri bir boyut kazanmasında önemli rol oynamıştı. Ayaklanmalara katılanların talepleri arasında bu subayların görevlerine iade edilmesi de önemli bir maddeydi.
31 Mart, II. Abdülhamid ve Sonuç
31 Mart Vakası, yaklaşık on günlük bir sürenin ardından bastırıldı. Ayaklanmanın en büyük sonuçları İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin yönetimi daha sert bir şekilde ele alması ve II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesi oldu.
Bir önceki bölümde bahsettiğimiz gibi bu ayaklanmanın amacı ve tam olarak kimin tarafından başlatıldığı bilinmediği için daha o yıllarda 31 Mart Vakası etrafına çeşitli yorumlar gelişmeye başladı. İttihatçılar, bunun II. Abdülhamid tarafından iktidarı yeniden ele almak için düzenlenmiş gerici bir girişim olduğu iddiasıyla padişahı tahttan indirdi. Günümüzde internette çeşitli araştırmalar yaparak 31 Mart Vakası’nın İngilizler tarafından düzenlendiğini, hatta İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin otoritesini güçlendirmek için bu olayı kendi kendine “sahnelediğini” öne süren teoriler bile okuyabilirsiniz.
Bunların üçü de muhtemelen fazla iddialı düşünceler olsa da İttihat ve Terakki 31 Mart’ın iki önemli boyutunu başarıyla kullandı. Olaylar karşısında büyük ölçüde sakin ve dikkatli kalan II. Abdülhamid’in ayaklanmaları başlattığı ve desteklediği düşüncesiyle tahttan indirilmesi bunlardan birincisiydi. İkincisi ise her türlü muhalefet girişiminin bastırılması oldu. Ayaklanmayı yalnızca “gericilik” ile özdeşleştiren İttihatçılar, ilerleyen yıllarda kendilerine karşı gösterilen muhalefeti de benzer şekilde karşıladı.
İşin aslına baktığınızda 31 Mart buna göre çok daha karmaşık ve çok boyutlu bir süreçti. Bu yazıda, 31 Mart sürecini birkaç farklı açıdan incelemeye çalıştık. Önce II. Meşrutiyet’in ilanını ve 31 Mart Vakası’nın ortaya çıkmasını kronolojik olarak inceledik. Daha sonra 31 Mart’ı “modernleşme karşıtı hareketler” zincirinin bir parçası olarak kabul edip 19. yüzyılın önceki dönemlerinde bu zincire eklenebilecek bazı önemli noktalara baktık. Son olarak da 31 Mart’ı gerçekten bu zincire dahil edip edemeyeceğimizi tartıştık ve ayaklanmanın arkasındaki farklı gerekçelere odaklandık.
Günümüzde 31 Mart ile ilgili bilgiler, olayın arka planı, yapısı ve sebepleri, hâlâ tartışılıyor. Konuyla ilgili daha fazla bilgi almak için en sağdaki sekmede paylaştığımız araştırma sorularından yola çıkabilirsiniz.
Hızlı Bilgiler
Önemi
19. Yüzyıl Osmanlı tarihinde “modernleşme” hareketlerine karşı yapılan son ciddi girişimlerden bir tanesi.
Günümüzde, tarihçiler ve araştırmacılar 31 Mart’ın doğası hakkında ortak bir kanıya varmış değil. Bu gerçekten sadece gerici, Meşrutiyet’e karşı mutlak bir şeriat isteyenlerin girişimi mi? Yoksa Meşrutiyet’in kendisine değil, sadece İttihad ve Terakki yönetimine ve Meşrutiyet’in ilanından sonra alınan kararlara verilen bir tepki mi?
31 Mart’ın Arka Planı
31 Mart’a giden süreçte Derviş Vahdeti ve onu takip edenler gibi şeriat isteğini savunanlar vardı. Ancak bütün mesele “Batılılaşma – Şeriat” kavgasından ibaret değildi.
II. Meşrutiyet’in ilanından sonra, başkentteki siyasi atmosferi gerginleştiren unsurlar şunlardı:
- İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yönetimi eline alması, farklı görüş ve yorumlara kapalı olması
- Ahrar Fırkası ile İttihat ve Terakki arasındaki fikir ayrılıkları
- Bu mücadelenin gazetelere, basına yansıması
- Basındaki tartışmanın şiddeti, daha sonra Hasan Fehmi Bey’in öldürülmesi
- İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin dini okullar konusunda alacağı düşünülen bazı kararlar
- Dini okullara gidenlerin artık askerlikten muaf tutulmayacağı söylentisi
- Dini okullardaki sınav sisteminin modernleştirilmesi
- Dini okullardan atamaların sistemli bir sınav sistemi ile yapılması
- İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önemli pozisyonlara kendi içinden atamalar yapması, bu konumlarda çalışan kişilerin işlerini kaybetme ihtimali
- Ordu içinde alaylı – mektepli subayların çekişmesi, alaylı subayların tasfiye edilmesi
- II. Abdülhamid döneminde önemli konumlara yükselmiş kişilerin bu konumları kaybetme korkusu
19. Yüzyıl Osmanlı Tarihinde Batılılaşma Hareketlerine Tepkiler
31 Mart bu kapsamda değerlendirilebilecek olsa da, olmasa da, 19. yüzyıl Osmanlı tarihinde Batılılaşma tek boyutlu, doğrusal bir süreç değildi.
Aşağıdaki şemadan görebileceğiniz gibi, Batılılaşma süreci herkes tarafından kabul edilmiyordu:
III. Selim’in tahttan indirilmesi, IV. Mustafa’nın saltanatı, Kuleli Vakası, II. Abdülhamid’in saltanatının bazı boyutları hep bunun örnekleriydi.
31 Mart Vakası’nın Sonuçları
31 Mart Vakası Selanik’ten hareket eden ve İstanbul’a ulaşan hareket ordusu tarafından bastırıldı.
İttihat ve Terakki Cemiyeti Osmanlı Devleti’nin yönetiminde konumunu güçlendirmiş oldu.
II. Abdülhamid tahttan indirildi, yerine V. Mehmed Reşad tahta çıktı.
31 Mart ve Batılılaşma
Geleneksel tarih anlatımına göre, 31 Mart Osmanlı tarihinde Batılılaşma hareketlerine verilen son ve en ciddi tepkilerden bir tanesiydi.
Bu ve benzeri olaylar, Osmanlı tarihinde Batılılaşma sürecinin tek boyutlu bir süreç olmadığını gösteriyordu. Batılılaşma taraftarları olduğu kadar bu girişimlere karşı çıkan, bu gelişmeleri desteklemeyen kişiler de bulunuyordu.
Evrim Sorular
Genel Sorular
Bu soruları, 31 Mart Vakası ile ilgili paylaştığımız bilgileri inceledikten sonra rahatlıkla cevaplayabilirsiniz. Takıldığınız bir nokta olursa, önceki sekmelere geri dönüp cevapları aramayı unutmayın!
1 – 31 Mart Vakası hangi yılın 31 Mart gününde gerçekleşmişti?
2 – Kuleli Vakası neydi? Hangi padişahın döneminde yaşanmıştı?
3 – 31 Mart Vakası ve II. Adülhamid’in tahttan indirilmesi arasında nasıl bir ilişki vardı?
4 – Ahrar Fırkası neydi? Kendisinden daha önce ve daha sonra kurulan hangi cemiyet / partiler ile alakalıydı?
5 – “Alaylı” ve “Mektepli” ifadeleri ne anlama geliyordu? Bu iki grubun 31 Mart Vakası açısından önemi neydi?
Tartışma Soruları
Bu sorular, 31 Mart Vakası ile ilgili fikir yürütme amacıyla üzerinde düşünebileceğiniz sorular. Bu sorular hakkında düşünürken tek ve somut bir cevap aramaya değil, sahip olduğunuz bilgileri kendi düşünce ve yorumlarınızla bir araya getirmeye yoğunlaşın!
1 – Sizce 31 Mart Vakası’nın engellenmesi, böyle bir olayın hiç yaşanmaması mümkün müydü? Bunun için ne yapılabilirdi?
2 – 31 Mart Vakası’nın arkasındaki atmosferi, biraz daha “günlük” bir bakış açısından düşünmeye çalışın. II. Abdülhamid döneminde, yaklaşık otuz yıldır devam eden bir düzenin bozulması, başkentteki günlük hayat açısından ne gibi endişeler yaratmış olabilir? Bu endişeler, 31 Mart Vakası gibi bir süreç üzerinde nasıl bir etki sahibi olabilir?
3 – İttihat ve Terakki’nin II. Meşrutiyet’in ilanından sonra aldığı kararlardan bazı örnekler bulmaya çalışın. Sizce İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin II. Meşrutiyet’i ilan ettikten sonra sergilediği yönetim biçimi doğru muydu? Yapılan değişiklikler ve alınan kararlar içinde siyasi atmosferi daha da geren örnekler var mıydı?
4 – Sitemizdeki yazı ve bilgilerin yanında, internet ve basılı kaynaklarda 31 Mart Vakası ile mümkün olduğunca yazı okumaya ve bilgi edinmeye çalışın. 31 Mart Vakası ile ilgili sizin görüşünüz nedir? Bu, Osmanlı Devleti’nde modernleşme hareketlerine karşı gerici bir girişim miydi, yoksa işin arka planında farklı bir şeyler mi vardı?
Araştırma Soruları
Bu sorular, yazı ve videolarımızda somut bir şekilde cevaplamadığımız, cevaplarını bulabilmek için basılı veya dijital kaynaklar kullanmanız gereken sorular. Birden fazla seçenek sunulan soruları grup çalışmaları olarak ele alabilirsiniz.
1 – Yazımızın temel noktalarından bir tanesi olarak, 31 Mart Vakası’nın arkasındaki sebeplerin bugün hala tartışılmakta olduğunu vurguladık. İnternet ve basılı kaynakları kullanarak, 31 Mart Vakası’nın neden yaşandığını açıklayan farklı yazıları okuyun. Bundan sonra;
A) Bulabildiğiniz farklı gerekçeleri kısa açıklamalarla listeleyin veya
B) Bulduğunuz bir açıklamayı detaylı olarak incelemeye çalışın.
2 – 31 Mart Olayı öncesinde İstanbul’daki siyasi atmosferin nasıl olduğunu araştırın. II. Meşrutiyet’in ilanından 31 Mart Vakası’nın patlak vermesine kadar İstanbul’da neler yaşanıyordu?
3 – 31 Mart Vakası’na giden yolda yaşanan en önemli olaylardan bir tanesi, gazeteci Hasan Fehmi Bey’in öldürülmesiydi. II. Meşrutiyet’in ilanından 31 Mart Vakası’nın patlak vermesine kadar giden süreçte gazetelerin nasıl bir rolü vardı? Gazetelerde hangi konular tartışılıyor, ne gibi konulara önem veriliyordu?
4 – Ahrar Fırkası’na üye olan bazı kişileri bulmaya çalışın. Bu kişilerin eğitimleri, hayatları ve düşünceleri ile ilgili kısa bir yazı veya sunum hazırlayın.
5 – 31 Mart Vakası sırasında II. Abdülhamid nasıl bir tavır içindeydi? Ayaklananların taleplerine ve bu günlerde yaşanan hükümet değişikliklerine nasıl yaklaşıyordu? Sizce olayların başlamasında veya gelişmesinde padişahın önemli bir rolü var mıydı?