Düyun-ı Umumiye

Günümüzde İstanbul Erkek Lisesi olarak kullanılan Düyun-ı Umumiye Binası
Yazı serimizin bir önceki bölümünde II. Abdülhamid’in saltanatına genel olarak göz atmaya çalışmış; ancak 1876-1909 yılları arasında Osmanlı Devleti’nin çok önemli bir boyutunu, ekonomiyi, dışarıda bırakmıştık.
Bu yazıda ise 1881 yılında kurulan Düyun-ı Umumiye İdaresi’ni merkeze koyarak Osmanlı Devleti’nin ekonomisi hakkında bazı bilgiler vermeye çalışacağız. Bu yazıda temel olarak cevaplayacağımız sorular şunlar olacak:
1 – Düyun-ı Umumiye neydi?
2 – Düyun-ı Umumiye gibi bir kurumun ortaya çıkmasına sebep olan koşullar nelerdi?
3 – Düyun- ı Umumiye ne yapıyor, nasıl çalışıyordu? Osmanlı Devleti üzerinde nasıl bir etkisi vardı?
4 – Düyun-ı Umumiye’nin varlığı – özellikle Avrupa ile ilişkiler açısından – Osmanlı Devleti için ne ifade ediyordu?
Düyun-ı Umumiye Neydi?
Günümüz Türkçesine “Genel Borçlar İdaresi” olarak çevirebileceğimiz Düyun-ı Umumiye İdaresi, Osmanlı Devleti’nin ödeyemediği borçları yönetmek ve denetlemek amacıyla oluşturulan bir kurumdu.
1881 yılında, Osmanlı Devleti on dokuzuncu yüzyıl boyunca aldığı borçları ödeyemeyeceğini resmi olarak ilan edince, devletin tüm gelir kaynaklarını incelemek, bu borçların nasıl ödenebileceğini hesaplamak ve alacaklılara ödeme yapmak için Düyun-ı Umumiye kurulmuştu.
Yöneticilerinin büyük bölümü yabancılardan oluşan bu yeni kurum, bir anlamda Osmanlı Devleti üzerinde söz sahibi olan “dış” bir yapılanma haline geldi. İlerleyen dönemlerde giderek büyüyen Düyun-ı Umumiye, Osmanlı Devleti’nin dağılmasına kadar önemini sürdürdü.
Bir Karşılaştırma
Düyun-ı Umumiye İdaresi’nin amacını tam olarak anlamak için daha bireysel bir örnek üzerinden düşünebilirsiniz. Bir bankadan borç aldıktan sonra, bu borcu geri ödeyemezseniz ne olur? Elinizdeki tüm varlıklar incelenir, farklı ödeme planlarıyla borcun ödenmesinin mümkün olup olmadığı araştırılır, sahip olduğunuz mallara haciz gelir; yani bir şekilde borcunuzun karşılığı bir şekilde sizden alınır.
Basit bir karşılaştırmayla, Düyun-ı Umumiye bu sistemin devletler düzeyinde kurulmuş haliydi. Alacaklı olan devletler, kurumlar ve kişiler Osmanlı Devleti’ni inceliyor; nereden gelir elde edilebileceğini hesaplıyor ve Düyun-ı Umumiye aracılığıyla alacaklarını topluyordu.
Osmanlı Devleti’nin Borçları ve Ekonominin Durumu
Düyun-ı Umumiye gibi bir kurumun ortaya çıkmasına sebep olan koşullar nelerdi? Osmanlı Devleti nasıl ödeyemeyeceği kadar dış borç almış ve ekonomik bağımsızlığını kaybetmişti?
Bu genel soruya cevap verebilmek için yalnızca Osmanlı Devleti’nin dış borçlarına değil, genel olarak ekonomisine de göz atmak gerekiyor. Evet, Düyun-ı Umumiye gibi bir kurumun varlığı doğrudan alınan dış borçlarla ilgiliydi. Ama bu dış borçlara gerek duyulmasının, Osmanlı Devleti’nin ekonomisinin giderek bozulmasının da bir sebebi vardı.

Osmanlı Devleti’nin aldığı dış borçların tarihi aslında oldukça yeniydi. İlk dış borç 1853-56 yılları arasında yaşanan Kırım Savaşı sırasında savaş masraflarını karşılayabilmek için alınmıştı. Ancak bu yıllardan sonra alınan dış borçların ardı arkası kesilmedi. Tabii bu sırada Osmanlı Devleti yalnızca Avrupa Devletlerinden borç almıyor, aynı zamanda ülke içindeki kişi ve kurumlara karşı da borçlanıyordu.

1861-76 yılları arasında tahtta kalan Sultan Abdülaziz, donanmanın modernleşmesi konusunda ısrarcıydı. Bu önemli bir konu olsa da devlet hazinesi üzerinde ciddi bir yük oluşturuyor, zaten kötü durumda olan ekonomiyi zorluyordu.
Hem Sultan Abdülmecid’in (1839-1861) hem de Sultan Abdülaziz’in (1861-1876) saltanatları sırasında ciddi miktarda dış borç alınmıştı. Üstelik bu borçlar ülkeyi gerçek anlamda kalkındırabilecek yatırımlara, uzun vadeli projelere değil; çoğu zaman gündelik ve kısa vadeli ihtiyaçlar için harcanıyordu. Ekonomi planlaması bu şekilde yapıldığında da dış borçların ödenme süreci bir kısır döngüye giriyordu. 1854 yılında başlayan bu süreç, sadece yirmi yedi yıl sonra Düyun-ı Umumiye’nin kurulmasıyla sonuçlandı.
İlginç bir detay...
Osmanlı Devleti’nin aldığı dış borçların miktarı o kadar fazla ve bu borçların ödenmesi o kadar imkansızdı ki Osmanlı’nın dış borçlarının son taksidi ödendiğinde devlet ortadan kalkmış, bu borçlar Türkiye Cumhuriyeti tarafından ödenmişti
İnternette basit bir araştırma yaparak bu borçların sona erme tarihleriyle ilgili çeşitli bilgilere ulaşabilirsiniz. Osmanlı Devleti’nin borçlarının 5 Mayıs 1954 yılında, yani Kırım Savaşı’nda alınan ilk dış borçtan tam yüz yıl sonra ödendiği yönünde bilgiler olduğu gibi bu borçların ödenmesinin 1980’leri, hatta 1997 yılını bulduğunu iddia eden kaynaklar da bulunuyor.
Farklı kaynaklarda farklı tarihler öne sürülse de önemli olan alınan dış borçların Osmanlı Devleti’nin ortadan kalkmasından oldukça uzun süre sonra ödenmiş olması.
Osmanlı Devleti’nin ekonomisinin genel olarak bu duruma gelmesi, yani dış borç almadan işleyemez bir durumda olması, ise elbette çok daha karmaşık ve kapsamlı bir süreçti. Kısa bir yazı içinde; 19. yüzyılda dünya genelinde yaşanan ekonomik gelişmelere, bu gelişmelerin Osmanlı Devleti’ne yansımalarına ve Osmanlı ekonomisinin zayıflamasının sebepleri olarak öne sürülen teorilere gerçek anlamda yoğunlaşmamıza imkan yok. Ama çok basit bir özet yaparak durumu biraz daha anlaşılır hale getirmeye çalışabiliriz.
18. yüzyılın sonundan itibaren Batı Avrupa’daki ülkelerde ekonomik olarak çok ciddi gelişmeler yaşandı ve bu ülkelerin ekonomik kapasiteleri katlanarak arttı. Günümüzde “Sanayi Devrimi” olarak adlandırılan bu süreç, yalnızca fabrikaların kurulması, seri üretimin başlaması, demiryollarının ve buhar makinelerinin kullanılmasından ibaret değildi. Sadece bunlar bile Avrupa devletlerinde büyük bir maddi ve teknolojik güç yaratırken İngiltere ve Fransa gibi ülkeler politikalarını da bu gelişmelere göre belirliyor; ürettikleri ürünleri daha da ucuza getirmenin, bunları farklı piyasalarda daha çok kar elde ederek satmanın peşinde koşuyordu.

Sanayi Devrimi, Avrupa ile Osmanlı Devleti arasında ciddi bir ekonomik uçurum yaratmıştı.
Bunun yanı sıra Avrupa’da yaşanan ekonomik gelişmeler yalnızca Sanayi Devrimi kavramı ve bununla özdeşleşen yeniliklerden de ibaret değildi. Sanayi Devrimi’nden önce ve Sanayi Devrimi sırasında pek çok diğer alanda; örneğin tarım alanında ciddi ilerlemeler yaşanıyor, tarım da daha etkili ve verimli şekilde yapılıyordu.
Osmanlı Devleti, Batı Avrupa’nın aksine böyle gelişmeleri ve Sanayi Devrimi gibi bir süreci yaşamadığından buna uygun ekonomik ve siyasi yapılanmayı da geliştiremedi. Aynı zamanda, yeni üretim teknolojilerine sahip olmadığından tarım gibi ekonomisinin çok büyük bölümünü oluşturan alanlarda da Avrupa’nın ve dünya standartlarının gerisinde kalmış oldu.
Bunun ötesinde, Osmanlı Devleti’nde önemli bir devlet yapılanması sorunu da vardı. Yani tarım alanında önemli gelişmeler yaşanmaması bir tarafa, Osmanlı Devleti yapılabilen tarımdan da sonuna kadar faydalanamıyordu. Vergilendirmenin düzgün bir şekilde yapılamaması, tarım ürünlerinin ticaretinin doğru şekilde yürütülememesi ve yerel güç sahiplerinin kendi çıkarlarına göre hareket etmesi de Osmanlı Devleti için büyük sorunlardı.
Bölümün başında da ifade ettiğimiz gibi 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin ekonomisinin neden bu kadar kötü bir durumda olduğu sorusu, basit bir soru değil. Burada bahsettiğimiz konuların kapsamı bir tarafa, bahsedemediğimiz pek çok önemli teori ve düşünce de var. Ama çok genel bir özetle, Osmanlı ekonomisinin zayıflaması ve güçlü Avrupa ekonomilerinden alınan dış borçların bu kadar önemli bir sorun haline gelmesi bu meselelerle ilgiliydi.
Düyun-ı Umumiye’nin Yöntemleri ve Önemi
Düyun-ı Umumiye, Osmanlı Devleti’nde ağrılıklı olarak yabancılar tarafından yönetilen, Osmanlı ekonomisi üzerinde söz sahibi olan ve ekonominin temel hedefini “borç ödemek” olarak belirleyen bir kurumdu.
Bir anlamda, Düyun-ı Umumiye ikinci bir “Maliye” veya “Ekonomi” Bakanlığı gibi çalışıyordu. Yetkililer Osmanlı Devleti’nin borçlarını takip ediyor, ülkedeki gelir kaynaklarına bakıyor, nereden ne kadar gelir elde edilebileceğini hesaplıyor ve bu gelirlerin düzgün bir şekilde toplanıp alacaklılara aktarılmasını sağlıyordu.
Bu yeni idare, kısa sürede Osmanlı ekonomisi içinde çok önemli bir konuma gelmişti. Ülkenin en önemli gelir kaynakları, doğrudan Düyun-ı Umumiye’ye teslim edildi ve bunlar ile ilgili her kararı yeni kurulan bu idare almaya başladı. Bu gelir kaynakları içinde en önemlisi, Düyun-ı Umumiye’ye bağlı olarak çalışan Tütün Reji (Fransızca regie = “Tekel”) İdaresi’nin yönettiği tütündü. Aynı şekilde ipek, posta pulu, tuz gibi çeşitli ürün ve hizmetlerden kazanılan gelirler de Düyun-ı Umumiye tarafından yönetiliyordu.

Tütün Reji İdaresi tarafından satılan bir sigara kutusu
İlk kurulduğunda İstanbul’da, günümüzde İstanbul Erkek Lisesi olarak hizmet veren binada çalışan Düyun-ı Umumiye; kısa sürede büyüyerek İstanbul dışında da ofisler açtı. Hatta, yapılması gereken işin kapsamı nedeniyle, bir noktada Düyun-ı Umumiye için çalışan insanların sayısı, Osmanlı Devleti’nin kendi Maliye Bakanlığı’nda çalışan kişilerin sayısını aşmıştı.

Günümüzde İstanbul Erkek Lisesi olarak hizmet veren Düyun-ı Umumiye binasının modern görünümü
Düyun-ı Umumiye, açılmasından sonra kısa vadede çok etkili oldu. Gelir elde edilebilecek kaynakları modern yöntemlerle belirleyen, bunların düzgün bir şekilde tahsil edilebilmesi için doğru vergilendirme kuralları izleyen ve bütün süreci yine modern muhasebe yöntemleri kullanarak yöneten bu kurum, Osmanlı Devleti’nin borçlarının yavaş yavaş da olsa ödenmesini sağladı.
Düyun-ı Umumiye’nin ile ilgili kaynakları incelerken bazı tarihçilerin bu idare ile ilgili olumlu cümleler kurduğunu görebilirsiniz. Gerçekten de muhasebe ve vergilendirme gibi devlet yönetimi açısından oldukça önemli olan pek çok konu ilk kez Düyun-ı Umumiye zamanında modern ve sistematik bir şekilde ele alınmıştı. İmparatorluk sınırları içinde yer alan pek çok bölgeden ilk kez Düyun-ı Umumiye sayesinde düzenli vergi toplanabilmişti
Fakat bütün bu “olumlu” noktalar, elbette Düyun-ı Umumiye’nin Osmanlı Devleti açısından olumlu olduğu anlamına gelmiyordu. Eğer bütün bu başarılar bundan birkaç on yıl önce, Avrupa Devletleri’nden bağımsız olarak yapılabilmiş olsaydı, o zaman bunlar gerçekten Osmanlılar için olumlu gelişmeler olabilirdi. Ama başarılı bir şekilde işleyen Düyun-ı Umumiye’nin tek amacı, Osmanlı Devleti’nin dış borçlarını ödemekti ve Osmanlı Devleti’nden çok Osmanlı’dan alacaklı olan kişiler için çalışıyordu. Kurumun Osmanlı Devleti’nin mali altyapısını güçlendirmek, devleti kalkındırmak gibi bir amacı yoktu.
Tabii dolaylı olarak bakıldığında, Düyun-ı Umumiye’nin uzun vadede bazı “iyi” sonuçları da vardı. Binlerce kişinin çalıştığı bu kurumda elbette sadece yabancılar çalışmıyor, Türkler de görev alıyordu. Düyun-ı Umumiye’de çalışarak modern bir ekonominin nasıl olması, nasıl yönetilmesi gerektiğini öğrenen bu kişiler, ekonomik konularda ciddi tecrübe kazanıyor, Osmanlı Devleti’nin yaptığı yanlışları ve bunların düzeltilmesini birinci elden takip ediyordu.
Osmanlı Devleti dağılıp Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda devletin bürokrat kadrosu içinde bu tecrübe de önemli bir hale gelecekti.

Düyun-ı Umumiye, Osmanlı Devleti ve Avrupa
"Tanzimat’tan Cumhuriyet’e 12 Önemli Olay" yazı serimizde sık sık şu soruyu gündeme getiriyoruz: 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde yaşanan Batılılaşma hareketleri, gerçekten Osmanlıların isteğiyle mi gerçekleşiyordu? Yani Osmanlılar gerçekten ülkelerini kurtarmanın en iyi yolunun Batı’yı örnek almak, pek çok alanda Batı kültürünü kabul etmek olduğunu mu düşünüyordu? Yoksa giderek zayıflayan Osmanlı Devleti bu konuda çaresiz miydi? Bir başka deyişle; güçlü Avrupa Devletleri karşısında yalnız kalmamak, daha fazla toprak kaybetmemek, ekonomik olarak daha fazla zorluk çekmemek için onların istediği şekilde mi hareket ediyordu?
Osmanlı Devleti; bu soruya tek bir cevap vermemiz için çok büyük, çok karmaşık ve çok kalabalık bir ülkeydi. Batılılaşma konusunda bu görüşlerden birini de savunanlar olduğu gibi bu sürece her şeye rağmen karşı çıkanlar da vardı. Fakat tarihi daha iyi anlamak için böyle bir soruyu sorduğumuzda Düyun-ı Umumiye’nin varlığı pek çok şeyi değiştiren bir gerçekti.
Osmanlı Devleti’nin en önemli gelir kaynakları Avrupalılar tarafından, ağırlıklı olarak Avrupa Devletleri’ne olan borçların ödenmesi için, doğrudan Avrupalılar tarafından yönetilirken; Osmanlı Devleti’nin Batılılaşma konusunda çok sert bir tavır göstermesi de beklenemezdi.
Tabii bunun yanında Düyun-ı Umumiye için çalışan insanlar da önemli bir kesimdi. Burada görev alan kişiler Avrupa usüllerine göre eğitiliyor, çoğu zaman Avrupalı meslektaşları ve üstleriyle çalışıyordu. Bu da, tıpkı "Vaka-i Hayriye" yazısında bahsettiğimiz askeri okullarda veya "Yeni Osmanlılar Cemiyeti" yazısında bahsettiğimiz Bab-ı Ali Tercüme Kalemi’nde olduğu gibi, Avrupa kültürüne oldukça aşina insanların yetişmesi anlamına geliyordu.
Bu nedenle Düyun- Umumiye; Osmanlı Devleti’nin Batılılaşma sürecinde Batıyı örnek alan, Batılı hayat tarzını benimseyen insanların ortaya çıkmasında önemli rol oynamıştı. Bunun yanı sıra kurum, Osmanlı Devleti’nin Batılılaşma’ya karşı tepki vermesini de zor hale getiriyordu.
Düyun-ı Umumiye’nin Osmanlı – Avrupa ilişkilerindeki bir başka rolü, Osmanlı Devleti’nin bu yıllardaki “devletler düzeni” içindeki konumuyla ilgiliydi.

On dokuzuncu yüzyıl, dünyada sömürgeciliğin ciddi anlamda etkili olduğu bir dönemdi. Dünyadaki ülkeler, İngiltere, Fransa, Almanya gibi güçlü, sömürge sahibi ülkelerle, Hindistan, Cezayir, Afrika kıtasının büyük bölümü gibi sömürgeler olarak ikiye ayrılıyordu. Fakat tabi ortada sadece iki grup yoktu – “Sömürge sahibi güçlü ülkeler” ile “sömürgeler” arasında Osmanlı Devleti gibi, Çin gibi, Japonya gibi gerçek anlamda sömürge olmayan; ancak yoğun bir Avrupa etkisi altında kalan ülkeler bulunuyordu.
1800’lü yıllar boyunca bu ülkelerin temel amacı hiçbir zaman sömürge durumuna düşmemek, hatta mümkünse ilk kategoriye, “güçlü devletler” kategorisine, yükselmekti – hatta, örneğin Japonya durumunda olduğu gibi, bu zaman zaman gerçekleşebiliyordu.
Osmanlı Devleti de hem kalkınma, modernleşme çabalarıyla hem de izlediği bazı politikalarla bunu sağlamaya çalışıyordu.
Sömürgecilik konusunda ilginç bir noktaya değinmek için konudan biraz sapıp şu soruyu sorabiliriz: Günümüzde “kötü”, “acımasız”, “vahşi” bir şey olarak gördüğümüz sömürgecilik, on dokuzuncu yüzyılda nasıl savunuluyordu? Yani İngiltere Hindistan’ı, Fransa Afrika’da bir ülkeyi sömürgeleştirmeyi nasıl açıklıyor, kendini nasıl haklı çıkarıyordu?
Bunun merkezinde, “medeniyet” argümanı vardı. Sömürge sahibi ülkeler; dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan insanları bu şekilde kullanmanın acımasız ve kötü bir şey olduğu fikrine, bu ülkeleri gerçek anlamda “sömürmedikleri”, aksine, buralarda yaşayan insanlara yardım ettikleri savıyla cevap veriyordu. Onlara göre bu bölgelerde yaşayan insanlar; yabani, medeniyetten uzak, cahil insanlardı ve İngiltere ve Fransa gibi ülkeler yalnızca buralara “medeniyet” götürüyor, medeni bir hayat tarzını bütün dünyaya yaymaya çalışıyordu.
Her ne kadar bu argümanlar günümüzde kabul görmese de, 19. yüzyılda işlevlerini yerine getiriyordu. Sömürge sahibi ülkeler gerçekten de kontrol altına aldıkları bölgelere “medeniyet sembolü” olarak tanımlanabilecek pek çok şey götürüyordu. Ulaşım hatları, okullar, kiliseler, meydanlar, kamusal alanlar, saat kuleleri; bunların hepsi sömürgeleştirilen ülkelerde karşımıza çıkan yapılardı.
Modern Karşılaştırma
Batı ülkelerinin kullandığı şekliyle “medeniyet” fikrinin günümüzde farklı şekillerde hala karşımıza çıktığı söylenebilir.
Amerika Birleşik Devletleri’nin 2000’li yıllarda özellikle Orta Doğu’da izlediği politikalarda benzer bir düşünce stili bulunur. Hatta, Amerika’nın bir ülkeye “demokrasi götürmesi” fikri günlük konuşma dilinde bir espri haline bile gelmiştir.
On dokuzuncu yüzyıl Osmanlı tarihinin en kayda değer noktalarından bir tanesi şuydu: Osmanlılar; 19. yüzyılda Avrupa ülkeleri gibi güçlü bir ülke konumunda bulunduklarını, “medeniyet” sahibi bir konumda olduklarını kanıtlamak için kendi ellerinde bulunan Afrika topraklarında benzer bir medenileştirme projesini başlatmış – bu toprakları yönetme biçmini, Avrupa ülkelerinin sömürgelerini yönetme şekline benzetmeye çalışmıştı.

II. Abdülhamid tarafından Libya’da yaptırılan saat kulesi
Düyun-ı Umumiye’nin varlığı, bu açıdan Osmanlı Devleti için önemli bir sorun teşkil ediyordu. Osmanlı Devleti; bir anlamda “Bakın, bizim de Avrupa’da sömürgelerimiz var, biz de sizinle aynı “medeniyet projesini” üstleniyoruz!” gibi bir mesaj vermeye çalışırken diğer taraftan kendi yönetiminin önemli bir bölümünü doğrudan Avrupa’ya teslim ediyordu.
Düyun-ı Umumiye ile ilgili araştırma yaparken yalnızca eğitim amaçlı üretilen kaynaklara ve akademik makalelere değil, popüler internet sitelerinde ve YouTube kanallarında bu konuyla ilgili söylenen şeylere de göz atmaya çalışın. Pek çok sitede; Osmanlı Devleti’nin bu kurum ile birlikte “fiilen bir sömürge haline geldiğini,” “Osmanlı Devleti’nin Avrupa karşısında “yarı-sömürge” durumuna düştüğünü” ve hatta “Osmanlı Devleti’nin asıl sonunun 1881 yılı olduğunu” bile okuyabilirsiniz.
Bu iddiaların ve ifadelerin yüzde yüz isabetli olduğunu söylemek mümkün değil; ama Düyun-ı Umumiye gibi bir kurumun nasıl bir izlenim yarattığını anlamak açısından bu yorumlar da faydalı olabilir.
Hızlı Bilgiler
Neydi?
Günümüz Türkçesine “Genel Borçlar İdaresi” olarak çevirebileceğimiz Düyun-ı Umumiye İdaresi, Osmanlı Devleti’nin ödeyemediği borçları yönetmek ve denetlemek amacıyla oluşturulan bir kurumdu.
Neden Kurulmuştu?
Osmanlı Devleti ilk dış borcunu 1854 yılında, Kırım Savaşı sırasında almış, ilerleyen yıllarda da sürekli borçlanmaya devam etmişti. 1881 yılında, bu borçların ödenemeyeceğinin anlaşılmasıyla Düyun-ı Umumiye İdaresi kurulmuştu.
Osmanlı Devleti’nin ilk dış borcu (1854) ile Düyun-ı Umumiye’nin kurulması (1881) arasında yalnızca yirmi yedi yıl vardı. Bu dış borçların tamamının ödenmesi, Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra, Türkiye Cumhuriyeti döneminde gerçekleşti!
Ne yapıyordu?
Düyun-ı Umumiye, Osmanlı Devleti’nin olası gelir kaynaklarını inceleyerek dış borçların ödenmesini sağlıyordu.
1881 yılından sonra Osmanlı Devleti’nin en önemli gelir kaynakları: tütün, tuz, ipek ve posta pulu gibi pek çok ürün ve hizmet, doğrudan Düyün-ı Umumiye tarafından kontrol ediliyor; Avrupalı şirketler ihale ve anlaşmalarla Osmanlı Devleti’nin gelir kaynakları üzerinde etki sahibi oluyordu.
Nasıl yapıyordu?
Düyun-ı Umumiye’nin yöneticileri genellikle Avrupalılardan oluşuyordu.
Daha önce Osmanlı Devleti’nde yaygın olarak kullanılmayan modern muhasebe ve vergilendirme teknikleri vasıtasıyla Osmanlı Devleti’nin gelir kaynakları daha etkili bir şekilde yönetiliyor, bu şekilde Osmanlı Devleti yavaş yavaş da olsa dış borçlarını ödemeye başlıyordu.
Önemi
Düyun-ı Umumiye’nin varlığı, Osmanlı ekonomisinin pek çok boyutunun doğrudan Avrupalılar tarafından yönetilmesi anlamına geliyordu.
Bu, Osmanlı Devleti’nin bağımsızlığı ve Avrupa karşısında konumu açısından oldukça zorlu bir durumdu.
Düyun-ı Umumiye’nin varlığı ve burada çalışan personel sayısı, Osmanlı Devleti’nin Batılılaşmasına önemli bir katkıda bulunuyordu. Burada çalışan insanlar Batılı bir eğitim alıyor, Avrupalılarla çalışıyor ve Batılı bir hayat tarzını benimseyebiliyordu.
Aynı zamanda ekonomisinin çok ciddi bir bölümü Avrupalılar tarafından kontrol edilen Osmanlı Devleti, Avrupa’nın taleplerine karşı oldukça zor bir durumda kalıyordu.
Evrim Sorular
Genel Sorular
Bu soruları, Düyun-ı Umumiye ile ilgili paylaştığımız bilgileri inceledikten sonra rahatlıkla cevaplayabilirsiniz. Takıldığınız bir nokta olursa, önceki sekmelere geri dönüp cevapları aramayı unutmayın!
1 – Düyun-ı Umumiye hangi amaçla ve hangi yıl kurulmuştu?
2 – Kırım Savaşı ile Düyun-ı Umumiye arasında gösterebileceğimiz en somut bağlantı neydi? Kırım Savaşı ile Düyun-ı Umumiye’nin kurulması arasında kaç yıl vardı?
3 – Düyun-ı Umumiye’nin doğrudan kontrol ettiği bazı ürün ve hizmetler hangileriydi? Farklı kaynakları kullanarak Düyun-ı Umumiye kontrolüne bırakılan diğer ürünleri bulmaya çalışın.
4 – Düyun-ı Umumiye’nin merkezi neresiydi? Bu merkez günümüzde hala varlığını sürdürüyor mu? Sürdürüyorsa şu anda hangi amaçla kullanılıyor?
5 – Düyun-ı Umumiye’nin Osmanlı Devleti için “olumlu” sonuçları oldu mu? Bunlar gerçekten “olumlu” sonuçlar mıydı?
6 – 19. yüzyılda İngiltere ve Fransa gibi sömürge sahibi olan ülkeler, başka ülkeleri “sömürmeyi” nasıl savunuyordu? Osmanlı Devleti ve Düyun-ı Umumiye’nin bu konuyla ne ilgisi vardı?
Tartışma Soruları
Bu sorular, Düyun-ı Umumiye ve 19. yüzyılda Osmanlı ekonomisi lgili fikir yürütme amacıyla üzerinde düşünebileceğiniz sorular. Bu sorular hakkında düşünürken tek ve somut bir cevap aramaya değil, sahip olduğunuz bilgileri kendi düşünce ve yorumlarınızla bir araya getirmeye yoğunlaşın!
1 – Bir zaman makinesiyle, 1854 yılına geri gönderildiğinizi ve Osmanlı Devleti’nin padişahı olduğunuzu hayal edin. Ülkeniz İngiltere ve Fransa ile aynı tarafta Rusya ile savaşıyor. Masraflı bir süreç olan Kırım Savaşı’nı dışarıdan para almadan kazanmanız çok zor gözüküyor. 1854 yılında alacağınız ilk borcun, 1881 yılında Düyun-ı Umumiye’nin kurulması ile sonuçlanacağını biliyorsunuz.
Bu durumda yine de İngiltere ve Fransa’dan dış borç alır mıydınız? Dış borç almamak için Kırım Savaşı’nı kaybetmeyi göze alabilir miydiniz? Veya 1854 yılında alınan ilk dış borçtan sonra, ekonominizi nasıl yönetirdiniz? Düyun-ı Umumiye’nin kurulmasının önüne geçmek için neler yapmaya çalışırdınız?
2 – Yazı serisinde bu noktaya kadar incelediğiniz bütün bilgileri bir arada düşünün. Sizce Osmanlı Devleti’nin Düyun-ı Umumiye’nin kuruluşunun önüne geçmesi mümkün müydü?
3 – Yazımızda, Düyun-ı Umumiye’nin “olumlu” olarak değerlendirilen sonuçlarından ve bunların neden bu şekilde yorumlandığından bahsettik. Sizce bunlar gerçekten Osmanlı Devleti ve daha sonra Türkiye Cumhuriyeti için olumlu sonuçlar doğurmuş muydu? Yoksa Düyun-ı Umumiye’nin hiç kurulmadığı bir Osmanlı Tarihi nasıl olurdu?
4 – Düyun-ı Umumiye – temel amacı Osmanlı ekonomisini kalkındırmak veya devlet yapılanmasındaki sorunları çözmek olmasa da – çeşitli bölgelerin vergilendirilmesi ve olası gelir kaynaklarının olumlu bir şekilde kullanılması açısından faydalı olmuştu. Elbette bu “fayda” Osmanlı Devleti’ne değil, alacaklı olan Avrupa devletlerine, kişi ve kurumlara yarıyordu.
Peki, Düyun-ı Umumiye kurulmasa, sizce Osmanlı Devleti bu gelir kaynaklarını 1881 yılından sonra daha iyi yönetebilir miydi? Bu ekonomik gelişmeler Düyun-ı Umumiye olmadan, doğrudan Osmanlı Devleti’ne yarar sağlayacak şekilde gerçekleşebilir miydi? Eğer olumlu bir cevap veriyorsanız, bunun neden daha önce, örneğin 1850’lerde, 1860’larda ve 1870’lerde yaşanmadığını da açıklamaya çalışın
5 – Aşağıda Düyun-ı Umumiye’nin kurulmasının internette çeşitli popüler kaynaklarda nasıl değerlendirildiğini özetleyen üç cümle görebilirsiniz. Bunlardan herhangi birine katılıyor musunuz? Neden?
a) Düyun-ı Umumiye’nin kurulması ile Osmanlı Devleti Avrupa karşısında fiilen bir sömürge haline geldi. (Yani “resmen” bir sömürge olmasa da, işleyişi bakımından bir sömürgeden farksızdı)
b) Düyun-ı Umumiye’nin kurulması ile Osmanlı Devleti Avrupa karşısında yarı-sömürge haline geldi.
c) Osmanlı Devleti’nin asıl çöküşü 1920’lerden çok önce, Düyun-ı Umumiye’nin kurulması ile gerçekleşti.
Araştırma Soruları
Bu sorular, yazı ve videolarımızda somut bir şekilde cevaplamadığımız, cevaplarını bulabilmek için basılı veya dijital kaynaklar kullanmanız gereken sorular. Birden fazla seçenek sunulan soruları grup çalışmaları olarak ele alabilirsiniz.
1 – İnternet ve basılı kaynakları kullanarak, Osmanlı Devleti’nin ekonomisinin bozulma sebeplerini araştırın. Osmanlı ekonomisinin bozulma sebepleri, hangi kaynaklarda, hangi argümanlarla açıklanıyor?
Bu soruyu bir sınıf etkinliği olarak da ele alabilirsiniz – Osmanlı ekonomisinin bozulmasını açıklayan farklı teorileri araştırın. Farklı teorileri bireysel veya grup olarak detaylı bir şekilde inceleyin ve karşılaştırın.
2 – Düyun-ı Umumiye yalnızca “dış” borçlarla mı ilgileniyordu? Osmanlı Devleti’nin bu dönemde borçlu olduğu diğer kişi ve kurumlar kimlerdi?
3 – Osmanlı Devleti’nin dış borçları nereden geliyordu? Osmanlı Devleti’ne borç veren kişi, kurum ve ülkeleri araştırın.
4- Düyun-ı Umumiye’de görev alan bazı önemli kişileri araştırın. Bu kurumda görev alan kişiler kimlerdi? Önemli yöneticiler hangi ülkelerden geliyordu? Burada görev alanlar arasında daha sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde etki sahibi olacak kişiler var mıydı?