II. Meşrutiyet


II. Meşrutiyet’i kutlayan bir kartpostal – sol üst tarafta Enver Paşa’nın resmi. Osmanlıca yazılar: Yaşasın Vatan – Yaşasın Millet -Yaşasın Hürriyet; Fransızca yazılar aynı ifadelerin tercümeleri 

 

Bir önceki yazımızda, Osmanlı Devleti’nin son yıllarında büyük etki sahibi olan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kuruluşunu ve 1908 yılına kadar gelişimini incelemiştik. Bu yazıyla, İttihat ve Terakki’nin en büyük başarısı olarak tanımlayabileceğimiz olaya: II. Meşrutiyet ve sonrasında yaşananlara yoğunlaşacağız.

 

Yazı serimizin bundan önceki dokuz bölümü, birbirini düzenli bir kronolojik sırayla takip ediyordu – 1826 yılında yaşanan Vaka-i Hayriye’den, 1908’deki II. Meşrutiyet’e kadar tarih sırasını bozmadan ilerlemiştik. Bu son yazılarımızda, Osmanlı Devleti’nin son yüzyılını daha sağlıklı olarak değerlendirebilmek için, bu kronolojiyi biraz bozacağız.

 

II. Meşrutiyet’in ilan edilme süreci, sağ taraftaki ilk zaman çizgisinde görebileceğiniz gibiydi. Buradan da anlaşılacağı gibi, Meşrutiyet sisteminin yeniden yaratılması hızlı ve sorunsuz bir süreç olmamıştı – Meclis-i Mebusan’ın tekrar açılmasından sonra gerçekleşen 31 Mart Vakası, Osmanlı tarihinin önemli olaylarından bir tanesiydi. Bu yazı serisinin bir sonraki halkasında 31 Mart’ı ayrıca değerlendireceğimiz için, burada bu süreci büyük ölçüde es geçeceğiz.


 

İlginç bir bilgi...

II. Meşrutiyet’in ilan edildiği 23 Temmuz günü, 1930’lu yıllara kadar “Hürriyet Bayramı” olarak kutlanmıştı.

Bir başka deyişle, Meşrutiyet’in ilanından sonra yaşanan bu kısa süreli ayaklanmayı şimdilik bir kenara bırakıp Meşrutiyet sistemi “garantiye alındıktan” sonra yaşananları ve bütün bunların Osmanlı Devleti için anlamını tartışmaya çalışacağız.

 

Meşrutiyet

Osmanlı tarihinde Meşrutiyet ilk olarak 1876 yılında, II. Abdülhamid tahta çıktığında, ilan edilmiş olsa da bu deneme oldukça kısa sürmüştü. Osmanlı tarihinde bu siyasi yapının gerçekten işlediği ve önemli olduğu süreç II. Meşrutiyet yıllarıydı.

 

“Meşrutiyet”, Osmanlı Devleti’nde padişahın yanı sıra meclisin ve anayasanın da bulunduğu yönetim sistemi anlamına geliyordu. İlk olarak 1876 yılında uygulanan fakat patlak veren ’93 Harbi nedeniyle oldukça kısa süreli olan Meşrutiyet sistemi içinde iki meclis bulunuyordu. 

 

Meclis-i Mebusan, üyeleri halk oylamasıyla seçilen “mebuslar”, yani “milletvekilleri” meclisiydi. Meclis-i Ayan ise üyeleri atama yoluyla seçilen, devlete katkı yapmış, hatırı sayılır, tecrübeli kişilerden oluşuyordu.

II. Meşrutiyet ilan edilip 31 Mart Vakası sona erdikten sonra II. Abdülhamid tahttan indirilmiş ve yerine V. Mehmed Reşad geçmişti. 1909 yılından 1918 yılına kadar tahtta kalan yeni padişah, II. Abdülhamid’in aksine devlet yönetiminde neredeyse hiç aktif rol oynamamış, gücü ve yönetimi tamamen İttihad ve Terakki Cemiyeti’ne bırakmıştı.

 

Ama bu göründüğü kadar tek boyutlu, düzenli ilerleyen bir süreç değildi – “1908 yılında Meşrutiyet ilan edildi, sonra 31 Mart Vakası olayı bastırıldı, sonra I. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Osmanlı Devleti’ni İttihad ve Terakki yönetti” gibi bir durum yoktu.

Bu konuları biraz daha detaylı olarak değerlendirmek için 1908 – 1918 yılları arasında Osmanlı Devleti’nde yaşanan gelişmelere göz atmamız gerekiyor.

 

1908 – 1914: Önemli Gelişmeler

1908 yılından 1914 yılına kadar Osmanlı Devleti’nin “dış işlerinde” yaşanan olaylar, imparatorluğun sonunun yaklaştığını gösterir nitelikteydi.

 

Temel olarak yaşanan şey, Balkanlardaki kritik durumun doruk noktasına ulaşmasıydı.

 

Daha Detaylı Bilgi İçin...

“Balkanlarda yaşanan kritik durum” hakkında daha fazla bilgi almak için ’93 Harbi başlıklı yazımıza göz atabilirsiniz.

Osmanlı Devleti’nin Balkanlardaki çözülmesi 1908 yılında Meşrutiyet’in ilan edilmesiyle başladı. Bu ilanı, yani bir “iç karışıklığı”, fırsat bilen Bulgaristan; 1908 yılında bağımsızlığını ilan etti, Avusturya – Macaristan Bosna-Hersek’i kendi topraklarına kattı, Girit Adası da Yunanistan’ın bir parçası haline geldi.

 

Bundan sonraki krizler zinciri, 1911-1912- 1913 yıllarında yaşandı. Daha önceki yazılarımızda da ifade ettiğimiz gibi 1800’lü yılların sonu ve 1900’lü yılların başı sömürge yarışının yaşandığı bir dönemdi: Avrupa’daki güçlü ülkeler Afrika’da daha fazla sömürge sahibi olmak için sürekli birbirleriyle yarışıyordu.

Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı 1914 yılı öncesinde Avrupa ülkeleri ve sömürgeleri

 

1870’li yıllar öncesinde siyasi olarak birbirinden bağımsız ufak prensliklerden oluşan İtalya, 1871 yılında tek bir ülke haline gelmişti. Fakat benzer bir süreçten geçen Almanya gibi onlar da bu siyasi birliği geç sağladığı için dönemin sömürge yarışına sonradan katılmıştı. Yukarıdaki haritadan da görebileceğiniz gibi 1910’lu yıllarda Afrika’da sömürgeleştirilmemiş fazla bölge kalmadığı için İtalya da en ideal çözüm olarak hemen güneyindeki Libya’yı ele geçirmeye karar verdi.

 

Libya bu yıllarda Osmanlı Devleti’ne aitti; ama İtalyanlar Osmanlı Devleti’ni bölgeden uzaklaştırıp Libya’yı kolaylıkla kontrol altına alabileceklerini düşünüyordu.

 

Osmanlı Devleti İtalya’nın beklediği kadar hızlı teslim olmayınca iki ülke arasında Trablusgarp Savaşı yaşandı. 1911 yılında başlayan bu savaş, 1912 yılında da devam ediyordu; ancak yaşanan daha önemli bir gelişme sonucunda Osmanlı Devleti tamamen teslim olup Kuzey Afrika’daki son topraklarını İtalya’ya teslim etmek zorunda kaldı.

 

Yaşanan bu önemli gelişme, 1912 yılında patlak veren I. Balkan Savaşı’ydı. 19. yüzyılın ortasından beri Balkanlarda devam eden sürecin finali olarak gösterebileceğimiz Balkan Savaşları’nın birincisinde Osmanlı Devleti; birlikte hareket eden Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ’a karşı savaştı. Bu savaşla birlikte Osmanlı Devleti Balkanlardaki topraklarını tamamen kaybetti – Birinci Balkan Savaşı sırasında kaybedilen topraklar arasında bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin parçası olan Edirne ve Kırklareli gibi yerler de vardı.

 

I. Balkan Savaşı sonrasında Osmanlı Devleti’nin sınırları

 

Daha Birinci Balkan Savaşı resmi bir sonuca ulaşmadan 1913 yılında aynı tarafta yer alan Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan arasında bir anlaşmazlık çıktı ve bu durum İkinci Balkan Savaşı’na yol açtı. Osmanlı Devleti bu savaşta çok aktif değildi; ama bir anlamda “fırsatı iyi değerlendirip” sembolik değeri olan Edirne ve Kırklareli gibi yerleri yeniden ele geçirdi. Ancak İkinci Balkan Savaşı’nın sonuçları da tam belirlenemeden, 1914 yılında, I. Dünya Savaşı başladı.

 

1914 -1918 arasında yaşanan Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı Devleti’nin sonuna yol açtı – o yüzden fazla ileri gitmeden burada ufak bir nokta koyuyoruz.

 

1908 – 1918: Meşrutiyet Yılları

Bunlar Osmanlı Devleti’nin “dış işlerinde” yaşadığı krizlerdi – peki Meşrutiyet sisteminin uygulandığı yıllarda, Osmanlı Devleti içinde neler oluyordu?

 

1908 yılında, Meşrutiyet’in ilanından sonra yapılan seçimlerde çoğunluğu İttihat ve Terakki kazanmıştı; fakat bu günümüzde bir partinin seçim zaferi kazanmasından oldukça farklıydı. Aniden düzenlenen bu seçimlerde İttihat ve Terakki Fırkası’ndan seçilerek meclise giren kişilerin çok büyük bir bölümü; daha önceden İttihad ve Terakki Cemiyeti’ne üye olan, İttihat ve Terakki’nin savunduğu fikirlere gerçekten inanan kişiler değil, meclise girmeyi olumlu bir şey olarak gören ve bunun için kazanma şansı olan tek partiyi tercih eden kişilerdi. Bunun sonucunda İttihad ve Terakki seçimleri açık arayla kazanmış; ama gerçek anlamda, ideolojik bir çoğunluk elde edememişti.

 

İttihat ve Terakki'nin Seçim Zaferi

Günümüzde bir siyasi partinin üyelerinin siyasi konularda benzer fikirlere sahip olmasını, meclis içinde yapılan oylamalarda aynı tarafta yer almasını bekleriz.

İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1908 yılında yapılan seçimleri kazandığında henüz Osmanlı Devleti’nin her bölgesinde gerçek anlamda örgütlenmiş bir siyasi parti değildi. Ancak Meşrutiyet’in ilanını sağlayan Cemiyet olarak seçimleri kazanması muhtemel olan tek parti de onlardı. Bu nedenle Osmanlı Devleti genelinde bölgesel anlamda etkili, tanınmış, güçlü kişiler; seçimlere İttihad ve Terakki partisi adı altında katılmıştı.

Bu, her iki taraf için de kısa vadede etkili bir çözümdü. Yerel güç sahipleri, meclise girip etki sahibi olmayı olumlu bir durum olarak görüyor ve İttihad ve Terakki Cemiyeti altında bunu kolaylıkla gerçekleştiriyordu. İttihat ve Terakki açısından da bu durum, yerel güç sahiplerini bünyesine katmak ve bu açıdan önemli bir muhalefetle karşılaşmamak anlamına geliyordu.

Sonuç olarak; mecliste “İttihat ve Terakki” adı altında yer alan milletvekillerinin önemli bir bölümü, siyasi konularda ortak bir yaklaşımı ve ortak görüşleri olmayan kişilerden oluştu. Bir başka deyişle; mecliste net bir İttihad ve Terakki çoğunluğu vardı ancak bu çoğunluk kendi içinde “ortak” bir yapıyı temsil etmiyordu.

 

Buna karşın, İttihat ve Terakki Cemiyeti 1908’den 1911-12 yıllarına kadar Osmanlı siyasetindeki en önemli gruptu. Bu durum, 1910’lu yılların ilk kısmında ortaya çıkan yeni bir siyasi parti ile değişmeye başladı.

 

Hürriyet ve İtilaf Fırkası adını kullanan bu parti, fikir olarak 1908 seçimlerinde fazla bir başarı elde edemeyen Ahrar Fırkası’nın ve Prens Sabahattin tarafından kurulan Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’nin fikirlerini paylaşıyordu. Aşağıdaki tablodan da görebileceğiniz gibi İttihat ve Terakki ile Hürriyet ve İtilaf Cemiyeti’nin birbirlerinden ayrıldıkları önemli konular bulunuyordu.

 

Hürriyet ve İtilaf Cemiyeti, İttihat ve Terakki’nin aksine Osmanlı Devleti’nin güçlü bir merkezi devlet tarafından değil, kendi içinde güçlendirilmiş yerel yönetimler tarafından yönetilmesini savunuyordu. Aynı zamanda devleti ekonomik olarak kalkındırma sorumluluğu da devlet tarafından üstlenilmemeli, İngiltere ve Amerika gibi örneklerde olduğu gibi kişilerin kendi çıkarları için yapacağı bireysel girişimlerin devlet ekonomisini de hareketlendirilmesi teşvik edilmeliydi.

 

İttihat ve Terakki yönetimine muhalif olanların Hürriyet ve İtilaf Fırkası etrafında toplanmasıyla bu parti kısa sürede ciddi bir güç kazandı ve 1911 yılında İstanbul’da yapılan ara seçimde İttihat ve Terakki’ye karşı başarı sağladı. Bu yıllarda Osmanlı Devleti’nin sadrazamı olan Kamil Paşa da Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nı destekliyordu.

 

Kaybedilen ara seçimlerden sonra İttihat ve Terakki’nin önde gelen isimleri bu duruma karşı çok sert tepki göstermeye başladı. 1912 yılında düzenlenen ve günümüzde “Sopalı Seçimler” olarak hatırlanan genel seçimde, İttihatçılar ciddi bir şekilde hile yaparak mecliste çoğunluğu sağladı.

 

1912 yılında yapılan hileli seçimden kısa süre sonra, 1913’ün ilk ayında, “Bâb-ı Âli Baskını” yaşandı. II. Meşrutiyet’in ilanında da önemli rol oynayan Enver Paşa, Hürriyet ve İtilaf Partisi’ne yakın olan Sadrazam Kamil Paşa’yı görevden almak için askerleriyle devletin yönetim merkezi Bâb-ı Âli’yi bastı. Bu, giderek modernleşmekte olan Osmanlı (ve Türkiye) tarihinin ilk askeri darbesi olarak hatırlanacaktı.

 

1913 yılında yaşanan Bâb-ı Âli baskınından sonra Bab-ı Ali önünde toplanan kalabalık

 

Elbette bizim yazıda iki ayrı bölüm olarak ele aldığımız “dış siyaset” ve “iç siyaset”, birbirlerinden gerçekten bağımsız konular değillerdi. 

 

Bâb-ı Âli Baskını’nın yaşandığı dönem, aynı zamanda Balkan Savaşları’nın yaşanmakta olduğu dönemdi ve Enver Paşa’nın devletin merkezini basmaktaki gerekçelerinden bir tanesi; Sadrazam Kamil Paşa’nın Osmanlı Devleti’nin eski başkentlerinden Edirne’yi “düşmana teslim etmeye” hazırlanıyor olduğu iddiasıydı.

 

Baskından kısa süre sonra, İkinci Balkan Savaşı sırasında, Edirne tekrar ele geçirildi. Burada şehre ilk giren ve büyük prestij elde eden yine Enver Paşa olacaktı.

Edirne’nin geri alınmasını ve Enver Paşa’yı resmeden bir kartpostal. Osmanlıca yazı: Edirne Muhasarası (Kuşatması); Fransızca Yazı: Edirne’ye Yürüyüş

 

Meşrutiyet’i başlatan, İttihat ve Terakki’nin yönetimi elinde tutmasını sağlayan ve şimdi de “Edirne’yi geri alan” Enver Paşa; bu yıllarda Osmanlı Devleti’nde hızlı bir şekilde kahramanlık mertebesine yükseliyordu. Enver Paşa devletin son yıllarında Osmanlı sınırları içindeki en güçlü kişilerden bir tanesiydi; ama yalnız değildi. İttihad ve Terakki’nin 1918’e kadar devam eden yönetiminde asıl etkili olan meclis değil; Enver Paşa, Cemal Paşa ve Talat Paşa’dan oluşan “Üç Paşalar” iktidarıydı.

 

Enver, Talat ve Cemal Paşaların yönetimde ön planda olduğu bu dönemin; “Gücü üç kişinin paylaştığı yönetim biçimi” gibi bir anlamı olan “Triumvira” ifadesiyle de anıldığını görebilirsiniz.

 

Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar ülkeyi gerçek anlamda yöneten kişiler bu üçlü olacaktı.

 

II. Meşrutiyet – Batılılaşma / Modernleşme

1908 yılında ilan edilen II. Meşrutiyet, Osmanlı Devleti’nin Batılılaşma tarihindeki son adımlardan bir tanesiydi. “Padişahın / Kralın yanında yer alan meclis ve anayasa” sistemi, bu yıllarda Avrupa’da da yaygın olarak kullanılan bir sistemdi ve Osmanlı Devleti aslında bu sistemi kullanarak devlet yönetimini Avrupa’daki “modern” devletlere benzetmek yönünde bir adım atmaya çalışıyordu. 1876 yılında yarım kalan ilk denemenin ardından II Meşrutiyet bunu gerçek anlamda başaran en önemli girişim oldu.

 

II. Meşrutiyet gerçek anlamda kalıcı ve etkili bir çözüm müydü? Bu cevabı tartışılabilecek bir soru – çünkü yukarıda da ifade ettiğimiz gibi devlet yönetiminde asıl etkili olan Enver, Talat ve Cemal Paşalardı. Bununla birlikte, meclis Osmanlı Devleti’nin son yıllarına kadar varlığını sürdürdü ve alınan kararlarda etki sahibi oldu.

 

Yazı serimizde, Batılılaşma sürecinin doğası ile ilgili tekrar tekrar şu soruyu soruyoruz: Osmanlılar “Batılılaşma” kavramı ile açıklayabileceğimiz bir yeniliği kabul ettiğinde, bunu gerçekten “inandıkları” için mi yapıyordu; yoksa Osmanlı iç işlerinde çok etkili olmaya çalışan Batı’yı memnun etmek, onlara karşı yalnız veya düşman bir duruma düşmemek için mi?

 

Hatırlayacağınız gibi I. Meşrutiyet, pek çok açıdan ikinci duruma yakındı. Tabii ki başta Yeni Osmanlılar Cemiyeti olmak üzere, meşrutiyet fikrini gerçekten çok önemseyen ve bu yönetim biçimini benimseyen insanlar vardı; ama Meşrutiyet’in Tersane Konferansı sırasında, Osmanlı’nın Balkanlardaki çözülme sürecini Avrupalı devletler tarafından değerlendirilirken ilan edilmesi de bir tesadüf değildi.

 

II. Meşrutiyet ise daha “doğal” şekilde ilerleyen ve ilk duruma daha yakın gözüken bir süreçti. II. Meşrutiyet’i ilan eden, yönetimde olan sadrazamlar veya özgür iradesiyle hareket eden padişah değil; bunun için yıllardır gizli gizli mücadele eden İttihad ve Terakki Cemiyeti’ydi. Meşrutiyet’i ilan eden kişiler; bu yönetim biçiminin Osmanlı Devleti’ni kurtarmak için mutlaka gerekli olduğuna, bu siyasi yapı aracılığıyla ülkenin daha iyi yönetilebileceğine inanıyordu.

 

II. Meşrutiyet'i İlan Edenler

Burada kaçırılmaması gereken önemli bir detay var. Osmanlı Devleti’nde Meşrutiyet’in ilanı devletin üst kademesi tarafından gerçekleştirilmese de İttihat ve Terakki Cemiyeti tam anlamıyla bir “halk hareketi” de değildi. Meşrutiyet’i ilan edenler devletin eğitimli, aydın kesiminden gelen, Batılı bir dünya görüşüne sahip olan genç subaylar ve bürokratlardı. Bu kişilerin önemli bir kesimi mütevazı bir arka plandan gelse de; yine de Osmanlı nüfusunun “üst” tabakasına yakındı.

 

Bu açıdan bakıldığında, II. Meşrutiyet Osmanlı Devleti’nde devlet yönetiminin modernleştirilmesi açısından atılmış önemli bir adımdı. 1908 yılından itibaren Osmanlı Devleti’nde Batılılaşma fikri bir anlamda sadece “Batı’nın belli boyutlarını almak” fikrinin ötesine geçip devlet yönetiminin resmi yapısı haline geldi. Daha sonra yaşananları siyasi bir bakış açısından düşündüğünüzde, bunun bir sonraki adımı Cumhuriyet’in ilan edilmesi olacaktı.

 

Siyaset dışında, II. Meşrutiyet askeri alanda da önemli bir modernleşme sürecini beraberinde getirdi. ’93 Harbi ve Balkan Savaşları gibi önemli savaşlarda büyük mağlubiyetler yaşayan Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı’nı da kaybetti; ancak burada alınan yenilgi, daha öncekiler kadar ağır değildi. Günümüzde gayet iyi hatırlandığı gibi Çanakkale ve Kut’ül-Amare gibi bölgelerde, Osmanlılar önemli zaferler bile kazanıyordu. Bu kadar kısa sürede Osmanlı ordusunun hızla modernize edilmesi, Meşrutiyet döneminin önemli – ama tabii kısa vadede çöküşü engellemeyen – başarıları arasındaydı.

 

Çanakkale Savaşı

 

İttihat ve Terakki yönetimi sırasında gerçekleşen bir başka önemli gelişme de milliyetçilik kavramının Osmanlı Devleti sınırları içinde de yayılması oldu. İttihatçıların benimsediği bu siyasi görüş, ilerleyen yıllarda Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına giden süreçte de büyük etki sahibi olacaktı.

 

II. Meşrutiyet ve Devamlılık

Osmanlı Devleti’nin modernleşmesi ve Batılılaşması açısından kritik bir süreç olan II. Meşrutiyet, gerçek anlamda başarılı oldu mu?

Başarı kriterinin “Osmanlı Devleti’ni kurtarmak” olduğu düşünülürse, II. Meşrutiyet pek başarılı olamadı; ama muhtemelen başarılı olması da mümkün değildi. II. Meşrutiyet, 1908 yılında Osmanlı Devleti’ni yıkan I. Dünya Savaşı’nın başlangıcından yalnızca altı yıl önce ilan edilmişti. Devlet yönetimini Batılılaştırmak, Osmanlı Devleti’ni bu yolda modernleştirmek ülkeyi kurtarmanın kesin bir yolu olsa bile 1908 yılı bunun için çok geçti.

 

Fakat II. Meşrutiyet, ülkenin gerçek anlamda kurtarıldığı 1919-23 dönemi üzerinde de etki sahibi olmuştu. Cumhuriyet’in ilanı çoğu zaman tarihte bir “kırılma noktası”, daha önceki süreçten tamamen bağımsız bir dönüm noktası olarak görülür. Ama II. Meşrutiyet yılları ile Cumhuriyet’e giden yıllar arasında devamlılıklar da vardı.

 

1908’de Osmanlı Devleti için önemli olan, orduda, devlette üst düzey konumlarda bulunan pek çok kişi; 1923’e kadar hayatta kalacak ve yine çok önemli sorumluluklar üstlenecekti. II. Meşrutiyet, hataları ve “sapmaları” olsa da sonuç olarak Osmanlı Devleti’nin ilk uzun soluklu “demokrasi” denemesine sahne olmuştu. Ayrıca daha sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasetinde de göreceğimiz “darbe” gibi kavramlar ilk olarak bu dönemde yaşanmıştı.

 

İlginç bir detay...

Milli Mücadele yıllarında Ankara’da önemli konumlarda bulunan kişilerin pek çoğu, aynı zamanda İttihat ve Terakki üyesiydi. Bu yıllarda Türk edebiyatının önemli yazarlarından biri olan ve Kurtuluş Savaşı’ndan sonra sürgüne gönderilen Refik Halid Karay; Milli Mücadele’ye açıkça karşı çıkıyordu – karşı çıkmasının sebebi de milli duygulardan yoksun olması veya işgal altında yaşamak istemesi değil; Ankara’daki bu hareketi, ülkeyi felakete sürüklediğine inandığı İttihatçıların bir başka mücadelesi olarak görmesiydi.

 

Bu devamlılığın en iyi örneklerinden bir tanesi, Kurtuluş Savaşı’nın çıkış noktalarından biri olan Misak-ı Milli’ydi. Mustafa Kemal tarafından hazırlanan ve Sevr Antlaşması’ndan sonra kabul edilebilecek sınırları belirleyen bu yol haritası; 18 Ocak 1920 yılında İstanbul’daki Meclis-i Mebusan’da, yani II. Meşrutiyet’in ilanıyla kurulan mecliste kabul edilmişti.

Misak-ı Milli: Milli Mücadele’nin merkezinde yer alan sınırlar

 

II. Meşrutiyet dönemi ve Cumhuriyet arasındaki devamlılıklardan bir tanesi de yönetimde bulunan kişilerin doğası ile ilgiliydi. Meşrutiyet yıllarının bir demokrasi denemesi olarak en büyük sapması, ülkeyi gerçekten yöneten Enver Paşa ve Cemal Paşa gibi kişilerin asker kökenli olmasıydı. Bu bakış açısından, Cumhuriyet ile Meşrutiyet arasında iki boyutlu bir devamlılık vardı: Birincisi, 1950’ye kadar Türkiye Cumhuriyeti’ni yöneten Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü gibi kişiler de, asker kökenliydi. Ancak bu liderlerin her ikisi de, İttihatçıların bu “hatasından” ders almış, siyasi konumlar üstlenirken askerî kimliklerini bir kenara bırakmıştı.

 

İkincisi; yukarıda ifade edildiği gibi iki dönem arasında ideolojik bazı devamlılıklar da vardı. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilan edilmesinden sonra benimsenen “milliyetçilik” fikri, Osmanlı Devleti’nin son yıllarında, II. Meşrutiyet sırasında kabul görmeye başlamıştı. İttihatçıların, kendilerine muhalif olan kişilere rağmen benimsediği “merkeziyetçilik” ve ekonomik kalkınmada devletin rol oynaması gerektiği yönündeki fikirleri, Cumhuriyet döneminde benimsenen “devletçilik” kavramıyla benzerlik gösteriyordu.

 

Özetle, II. Meşrutiyet asıl amacı olarak gösterebileceğimiz “Osmanlı Devleti’nin çöküşünü engelleme” konusunda başarılı olamamıştı. Ancak ilan edildiği dönem ve koşulları düşündüğümüzde, muhtemelen böyle bir başarıya ulaşması da pek mümkün değildi. Fakat modernleşme yönünde önemli bir adım olan II. Meşrutiyet, Cumhuriyet’e giden yolda da önemli bir adımdı.


Hızlı Bilgiler


Önemi

Osmanlı Devleti’nin yönetilme şeklinin “Batılılaşması” açısından kritik bir noktaydı. II. Meşrutiyet ile birlikte Osmanlı Devleti’ni gerçekten yöneten kişi artık padişah değil, meclis ve meclisi kontrol eden partiydi.

 

I. Meşrutiyet Ve II. Meşrutiyet

I. Meşrutiyet 1876 yılında, II. Abdülhamid tahta çıkarken ilan edilmiş fakat gerçek anlamda uygulanamadan sona ermişti. Osmanlı Devleti’nin asıl Meşrutiyet denemesi II. Meşrutiyet’ti.

 

II. Meşrutiyet Dönemi – Önemli Olaylar

Sağ taraftaki ikinci zaman çizgisinden, II. Meşrutiyet döneminin en önemli olaylarını inceleyebilirsiniz. Bunlar başlıca şu şekildeydi:

YılOlayAçıklama
1911Trablusgarp SavaşıSömürge sahibi olmak isteyen İtalya, Osmanlı Devleti’nin Afrika’daki son toprakları olan Libya’yı ele geçirmeye çalıştı.
1912-1913Balkan SavaşlarıOsmanlı Devleti Balkanlardaki topraklarını büyük ölçüde kaybetti.
1913Bab-ı Ali BaskınıMuhalefetin giderek güçlenmesi sebebiyle, Enver ve Talat Paşa önderliğindeki İttihatçılar devletin merkezi Bab-ı Âli’yi basarak kontrolü ele aldı.
1914-1918Birinci Dünya SavaşıSavaşa Almanya tarafında katılan Osmanlı Devleti, 1918 yılında dağılma noktasına geldi.

II. Meşrutiyet Yılları

Meclisin varlığına rağmen, ülkeyi asıl yöneten üç kişi Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa’ydı.

İttihad ve Terakki Cemiyeti’ne karşı çıkan en önemli siyasi oluşum Hürriyet ve İtilaf Fırkası’ydı. Bu fırka Bab-ı Ali baskınından sonra kapatılmıştı.

 

II. Meşrutiyet ve Batılılaşma

II. Meşrutiyet ile birlikte – eksiklikleri olmakla birlikte – Osmanlı Devleti tarihinde ilk kez Batılı bir yönetim sistemiyle yönetildi.

 

Bu sistemin uygulanmasında çeşitli sorunlar olsa da, II. Meşrutiyet padişahlıkla yönetilen bir ülkeden Cumhuriyet ile yönetilen bir ülkeye geçişte önemli bir dönüm noktasıydı.

 

Aynı zamanda, II. Meşrutiyet yılları ile Milli Mücadele ve daha sonra Cumhuriyet’in ilanı arasında önemli devamlılıklar bulunuyordu.

Askeri, kültürel ve sanatsal anlamda modernleşme ve Batılılaşma çabaları devam etti.


Evrim Sorular


Genel Sorular

Bu soruları, II. Meşrutiyet ile ilgili paylaştığımız bilgileri inceledikten sonra rahatlıkla cevaplayabilirsiniz. Takıldığınız bir nokta olursa, önceki sekmelere geri dönüp cevapları aramayı unutmayın!

 

1 – II. Meşrutiyet gün, ay ve yıl olarak ne zaman ilan edilmişti? Meşrutiyet’in ilan edilme sürecini kısaca açıklamaya çalışın.

 

2 – Eğer bir tarih kitabında, “Osmanlı Devleti Meşrutiyet yıllarında büyük bir değişiklik yaşadı” cümlesini okusaydınız, aklınıza hangi Meşrutiyet dönemi gelirdi? I. Meşrutiyet mi, II. Meşrutiyet mi? Neden?

 

3 – II. Meşrutiyet yıllarında İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne muhalif olan siyasi parti hangisiydi? İttihad ve Terakki Cemiyeti’nden hangi konularda ayrılıyorlardı?

 

4 – II. Meşrutiyet yıllarında Osmanlı Devleti’nin yaşadığı önemli savaşlar hangileriydi? Bunların devlet üzerindeki etkileri nasıl olmuştu?

 

5 – Misak-ı Milli neydi? Nerede kabul edilmişti? Bunun II. Meşrutiyet ile nasıl bir alakası vardı?

 

Tartışma Soruları

Bu sorular, II. Meşrutiyet ile ilgili fikir yürütme amacıyla üzerinde düşünebileceğiniz sorular. Bu sorular hakkında düşünürken tek ve somut bir cevap aramaya değil, sahip olduğunuz bilgileri kendi düşünce ve yorumlarınızla bir araya getirmeye yoğunlaşın!

 

1 – Sizce II. Meşrutiyet’in ilan edilmesi Osmanlı Devleti’ni kurtarabilir miydi? Cevabınızı somut bilgilerle desteklemeye çalışın.

 

2 – Osmanlı Devleti’nin 1908 yılından sonra kurtarılıp kurtarılamayacağı sorusunu bir kenara bırakın. Sizce, meşrutiyet sistemi Osmanlı Devleti’ni kurtarmak için seçilebilecek en doğru yol muydu? Yoksa alternatif bir sistem ve liderlik anlayışı mı gerekiyordu?

 

3 – İttihat ve Terakki, II. Meşrutiyet ve Milli Mücadele konusunda bildiklerinizi gözden geçirin ve gerekiyorsa ek araştırmalar yapın. Sizce Milli Mücadele dönemi; İttihad ve Terakki ve II. Meşrutiyet ile ne derece alakalıydı?

 

4 – Bu yazılya birlikte Kırım Savaşı, ’93 HarbiII. Abdülhamid ve İttihat ve Terakki yazılarında paylaştığımız bilgileri bir arada düşünün. Sizce Osmanlı Devleti’nin bu yıllarda Trablusgarp, Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı gibi süreçlerin dışında kalması mümkün müydü?

 

Araştırma Soruları

Bu sorular, yazı ve videolarımızda somut bir şekilde cevaplamadığımız, cevaplarını bulabilmek için basılı veya dijital kaynaklar kullanmanız gereken sorular. Birden fazla seçenek sunulan soruları grup çalışmaları olarak ele alabilirsiniz.

 

1 – II. Meşrutiyet yıllarında, Osmanlı Devleti’nin dağılış süreci açısından çok önemli üç savaş yaşanmıştı: Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı. Bu savaşlardan bir tanesini seçip, Osmanlı Devleti üzerindeki etkisi konusunda detaylı bir araştırma yapın.

 

2 – II. Meşrutiyet yıllarında Meclis-i Mebusan’ın etkisi ne düzeydeydi? Enver, Talat ve Cemal Paşaların kontrolü ve Bab-ı Ali baskını gibi olayların ışığında, meclis ülke yönetiminde ne kadar söz sahibi olabiliyordu?

 

3 – II. Meşrutiyet yıllarında Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa dışındaki önemli İttihad ve Terakki Cemiyeti üyeleri kimlerdi? Bu kişiler ve üstlendikleri görevler hakkında kısa bir araştırma yapın.

 

4- Klasik ve genel bir yaklaşımda, II. Meşrutiyet yılları ülkeyi Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa’nın yönettiği yıllar olarak hatırlanır  – biz de ilk sekmede ağırlıklı olarak bu üç paşaya yoğunlaştık. 1908 – 1918 yılları arasında ülkeyi gerçekten bu üç paşa mı yönetiyordu? Sahne arkasında etkili olan farklı kişiler var mıydı? Bu kişiler arasında Enver, Talat ve Cemal Paşaların ön plana çıkmasının sebepleri nelerdi?

 

5 – Meşrutiyet sisteminde ülkenin “sembolik” lideri olarak bir padişah bulunuyor, ülkeyi asıl yönetme yetkisi sadrazama bırakılıyordu. Sadrazamın sorumluğu olduğu iki ayrı meclis vardı: Üyeleri halk tarafından seçilen Meclis-i Mebusan ve üyeleri atama yoluyla belirlenen Meclis-i Ayan.

Yazı içinde, Osmanlı Devleti’nin bu sistemle Avrupa’da uygulanan bir yönetim şeklini denediğini ifade etmiştik. Bu yıllarda Avrupa’da bu yapıyla, iki bölümden oluşan bir meclisle yönetilen ülkeler hangileriydi? Bugün hala bu sistemle yönetilen ülkeler var mı?


Videolar



logo

Çerez Tercihleri

Online deneyiminizi geliştirerek sizlere daha iyi hizmet sunabilmek için çerez kullanıyoruz. Çerezler hakkında daha detaylı bilgi almak ve tercihlerinizi düzenlemek için aşağıda yer alan bağlantıları kullanabilirsiniz

Tüm yasal bildirimlere ulaşmak için

Buraya tıklayın.

Çerez Tercihlerini Yönetin

Zorunlu Çerezler

Teknik çerezler, İnternet Sitesi’ni görüntülemeniz esnasında cihazınıza yerleştirilen ve sunulan online servislerin düzgün şekilde çalışabilmesi için gerekli olan çerezlerdir.

Opsiyonel Çerezler

Performans ve analitik çerezleri, İnternet Sitesi ziyaret ve trafiğini takip ve analiz etmemizi sağlar. Bu çerezler sayesinde İnternet Sitesi üzerindeki alanlardan hangilerinin en sık ya da seyrek ziyaret edildiği gibi bilgileri edinebilir ve İnternet Sitesi’nin trafiğini optimize edebiliriz.

Yurt Dışı Aktarım İzni (Google)Açık rızanızı vermeniz halinde, Google Analytics çerezlerinin kullanılması ile işlenen kişisel verileriniz İnternet Sitesi üzerinde kullanıcı davranışlarının analiz edilmesi suretiyle raporlama yapılması amacıyla yurt dışında yerleşik Google LLC'ye aktarılabilecektir.

Opsiyonel Çerezler

Kişiselleştirilmiş reklam çerezleri, sizlere İnternet Sitesi’nde veya İnternet Sitesi haricindeki mecralarda görüntüleme geçmişinize ve ziyaretçi profilinize uygun olarak kişiselleştirilmiş ürün ve hizmet tanıtımı yapmak için kullanılır.

Yurt Dışı Aktarım İzni (Facebook) Açık rızanızı vermeniz halinde, Facebook Pixel çerezlerinin kullanılması ile işlenen kişisel verileriniz İnternet Sitesi üzerinden kullanıcılara kişiselleştirilmiş reklamların sunulması amacıyla yurt dışında yerleşik Meta Inc.’e aktarılabilecektir.

Vakıf k12 tarafından geliştirilmiştir